Sayfalar

22 Temmuz 2010 Perşembe

Doğuştan Kalp ve Damar Rahatsızlıkları

Doğuştan Kalp Bozukluğu: Doğuştan sonra iki büyük damar arasında bulunan açıklık normalde kapanmalıdır. Çünkü artık bebeğin kendi dolaşım sistemi görevini yapmaya başlamıştır. Bu görevi yerine getirebilmesi için söz konusu deliğin kapanması gerekir. Eğer bu delik kapanmazsa oksijensiz kanın diğer oksijenli kanla karışması mümkündür. Oksijensiz kanın oksijenli kanla karişması çocukta renk değişikliklerine özellikle deri renginin ve sindirim kanalını döşeyen mukoz zarların renginin mavi olmasına da neden olur.

Günümüzde gelişen ameliyat teknikleri ile bu iki damar arasındaki bağlantı kapatılmaktadır. Kapanan bu bağlantı sayesinde^dolaşım normal durumuna kavuşmaktadır. Doğuştan ya da daha sonradan kalpte mitral kapakta bir darlık olabilir. Bu darlık ta kalbin etkinliğini bozar, yükünü arttırır. Ameliyatla kalp kapağının değiştirilmesi gereken en önemli durumlardan biridir. Yapay bir çok kapak geliştirilmiştir. Bu kalp kapakları doğal kalp kapağının yerine takılmaktadır. Kan dolaşım dinamiğinin gözonüne alınmasıyla hazırlanan bu kapaklar sayesinde kalpjnormal işlevini yerine getirmektedir.

DOğuştan Mitral Kapağının Darlığı: Bu hastalıkta, mitral kapağı meydana getiren kas bölümleri birbiri ile kaynaşmış, adeta huniye benzer bir görünüm almıştır. Diğer kalp gelişim bozukluktan ile birlikte olduğu durumlar sıktır. Kalbin sol tarafına^ kan akımını engeller. Eğer şiddetli ise akciğerle de su birikimine neden olur. Hastaların büyük çoğunluğunda hayatın erken döneminde belirti ortaya çıkar. Hızlı solunum, nefes darlığı, bunu izleyen kalp yetmezliği tipiktir. Kalp seslerinde hekimlerin ayırtetmesini sağlayacak değişiklikler olur.

EKG ve diğer incelemelerle tanı konur. Yakın izlem altında tutularak en erken dönemde ameliyata alınır.

Üç Kulakçıklı Kalp: Oldukça az görülen bir gelişim bozukluğudur. Akciğerden gelen toplardamar doğrudan sol kulakçığa boşalır. Mitral darlığı gibi belirti ve sonuç verir. Belirtiler çok erken dönemde gelişir. Zamanında yapılan değerlendirme ile cerrahi onanm gerekir.

Leia Mais

Kalp ve Damar Rahatsızlıklarının Belirtileri

1. Morarma: Akciğer hastalıklarında sık görülür. Kalp, damar hastalıktannın da en önemli bulgu-lanndandır. Daha çok dudaklarda, ağız içerisinde ve tırnaklarda görülür. Morarma, hücrelere yeteri kadar oksijen iletilmediğini de gösterir. Kanda oksijeni hemoglobin taşır. Hemoglobin oksijene yeterince doymazsa morarma ortaya çıkar.

Bazen hastanın oksijene ihtiyacı arttığında da, morarma vardır. Söz gelimi bebek ağlarken moranr. Bu doğuştan kalp hastalıklarının önemli bir bulgusudur.

2. Solunum hızının artması: Solunum yollarında olduğu gibi kalp damar hastalıklarında da solunum sayısının artması önemli bir bulgudur. Solunum sayısı hızlandıkça yüzeysellesin Etkin solunum engellenir.

3. Nefes darlığı: Daha çok bir etkinlik sırasında egzersizle birlikte ortaya çıkar. Normalden olmayabilir. Eğer dinlenme durumda nefes darlığı varsa, kalp damar hastalığı oldukça ileri demektir.. Bebeklerin uyku ve uyanık oldukları sırada solunum düzenindeki farkıhklar da önemlidir.

4. Yatarken nefes darlığı: Nefes darlığı otururken geçiyorsa akciğer ve kalbi birlikte ilgilendiren bir- durum var demektir. Daha çok yaşlı akciğer ve kalp hastalarında görülen bu durum, çocukların kalp hastalıklarında da olabilir.

5. Sık sık akciğer enfeksiyonu geçirilmesi: İleri derecede, bitkinlik ve zayıflama, kusma, çok ileri derecede terleme, kolay yorulma, olursa önemli bir damar hastalığı olabilir.

Leia Mais

Kalp Yetmezliği

Kalbin yeterince kan pompalayamaz, hücrelerin oksijen ihtiyacını sağlayamadığı zaman, kalp yetmezliği meydana gelir. Kalp debisinde dakikada pompaladığı kan miktarında azalma olur. Bazı kalp debisinin artmasına rağmen yetersiz olduğu görülür. Metabolizma arttığı için kalbin pompaladığı kan miktarı yetmemektedir.

Doğuştan kalp bozukluklarında enfeksiyonlarda ya da akciğer hastalıklarında kalp yetmezliği gelişebilir. Kalp yetmezliğinin ilk belirtisi; dakika kalp atım sayısının artmasıdır. Bu duruma, taşikardi denir. Bebeklerde uyurken 140, büyük çocuklarda uyanıkken 100′ün üzerinde kalp atımı, kalp yetmezliğinin göstergesidir. Genellikle kalp yetmezliğinde, kalp atımı sayısı çocuk ağladığında daha da artar.

İkinci önemli belirti dakikada solunum sayısının artmasıdır. Bu duruma takipne denir, özellikle sol kalp yetmezliğinin önemli bir bulgusudur.

Üçüncü önemli bulgu karaciğerin büyümesidir. Bu duruma hepatomegali denir, özellikle sağ kalp yetmezliğinin önemli bir bulgusudur. Dolaşımda kan basıncının artması sonucu, kan, karaciğerde birikmekte, kalbe geri çağnlamamaktadır. Bunun sonucunda da karaciğer büyür.

Bu bulgular kalp yetmezliğinin en önemli üç bulgusudur. Akciğer seslerinin değişmesi, çevrede fişliklerin meydana gelmesi, boyun toplardamarlarının gerilemesi, aşın derecede yorgunluk ve halsizlik sıvının birikimine bağlı olarak kilo artımı da önemli bulgular arasındadır.

Kalp yetmezliği acil müdahale gerektiren bir durumdur. Zamanında müdahale edilerek acil tedavinin yapılması hayat kurtarır. Sayılan belirtilerin bir ya da bir kaçı bulunduğunda çocuk hekime iletilmelidir.” özellikle üst solunum yollan enfeksiyonlarında tedavinin yanda kalması, yetersiz olmaa, kalp yetmezliği gelişimine neden olur. Bu durumdaki çocuklar hastaneye yatırılarak özel şekilde tedavi edilirler.

Leia Mais

Aort Rahatsızlıkları

Aort’un Çatallanması: Bu bozukluk erkek çocuklarda daha çok görülür. İnen aorta bölümünde çatallaşma olur. Diğer kalp gelişim bozukluktan ile birlikte olan tipi sıktır. Aortada basınç değişimleri normal kan basıncının sürdürülmesini engellediğinden önemlidir. Vücudun üst bölümleri, alttan daha iyi gelişir. Kan basıncı buluğ dönemine kadar normalken sonra giderek artar. Bacaklarda nabızlar çok zayıftır. Göğüs kemiğinin üzerindeki çentikten bazen gözle görülür.

Kalpteki ses değişimleri, la-boratuvar ve röntgen değerlendirmeleri ile tanı konur. Aort koarktasyonunun 8-15 yaş arasında mutlaka ameliyatla onarılması gerekir.

Doğumdan başlayarak çocuğun yapı gelişmeleri yolundan incelenir. Solunum sisteminde görülecek bir aksamada hekime gidilmelidir.

Aort Kapağı Darlığı: Sol karıncıktan kan akımının akışını engelleyen bir durumdur. Hastaların büyük çoğunluğu kalple ilgili belirti vermezler. Genellikle 30-40 yaşına kadar rahat bir hayat sürerler. İleri vakalarda belirtiside vardır ve ani ölümler görülür. Yine ileri vakalarda erken dönemde kalp yetmezliği görülebilir. Hastalar genellikle iyi gelişme gösterir. Nabızlar kol ve bacaklarda düzgün ve birbirine eşittir. Kalbin dinlenmesi, röntgen ve laboratuvar değerlendirmelerinin yapılması gerekir.

Giderek, kalp yetmezliği bulguları yerleşir. Hasta soluk ve gri bir renk alır. Yüzde morarma olur. Yüz ve kollarında şişlikler görülür. Kalp ileri derecede büyür. Dinlemekle kalp seslerinin çok yetersiz olduğu, bozulduğu, kalpte imdat sesi olarak bilinen; dört nala koşan at sesi duyulur. Bu hekim için çok Önemli ve hayat kurtarıcı bir bulgudur. Zamanında müdahale edilmediği takdirde kalbin yorulması ve bitmesi mümkündür. Kalbin bölmeleri büyür. Bu büyüme röntgende kolayca görülür. Zamanında yapılan tedavi ile olumlu sonuç alınır. Gecikilirse yaşam güçlüğü doğar.

Streptokok türleri, romatizmal ateşte olduğu gibi bu hastalıkta da etkendir. Hemen hemen hastaların çoğunda, kalp hastalığı öyküsü bulunur. Daha önceden geçirilmiş bir küçük ameliyat önemlidir. Sözgelimi bademcik emeliyatı ya da diş çekiminden sonra görülme ihtimali yüksektir. Kalp seslerinde değişmeler ve üfürmeler, ateş yüksekliği, kilo kaybı, kalbin büyümesi, kansızlık, alyuvar sedimentasyon hızında yükselme, dalak büyümesi, kanamalı deri altı döküntüleri, damarlarda pıhtı atılması, akyuvar sayısının artması, idrarla kan işemesi,

Leia Mais

Kalp Rahatsızlıkları Çeşitleri

Kalbin Sağda Olması: Kalp soldadır. Amma diğer organlarla birlikte kalbin sağda olduğu görülmüştür. Kimi zaman da kalp tek başına ters tarafta yer alır. Bir özelliği yoktur. Sadece organlardan sağda olacaklar solda, solda olacaklar sağda yer almıştır.

Çekilen röntgen filmi ve dinleme ile kolayca belirlenir. Eğer kalp ters tarafta ve herhangi bir gelişim bozukluğu yoksa, sorun yoktur. Eğer kalpte ileri derecede bozukluk varsa tedavi sağlanmalıdır.

Myokarditis: Kalp kası yangısıdır. Vakaların büyük çoğunluğunda neden tam olarak bilinmemektedir. Bir çok enfeksiyonun etken olduğu bilinir. Sağlığı çok iyi olan bir kişide birden bire başlayabilir. Hastada 12-24 saat içerisinde genel durum bozulur, ileri derecede hasta haline gelir. Bazen giderek artan belirtilerle ortaya çıkar. Başlangıçtaki enfeksiyondan kurtulduktan sonra çabuk yorulma, egzersiz sırasında, nefes darlığı ve ileri derecede düşkünlük gelişir.

Subakut Bakteriyel Endokardit: Daha çok doğuştan kalp hastalığı olan çocuklarda eskiden sık görülürdü. Günümüzde antibiyotiklerin düzenli ve zamanında etkin olarak kullanılmasıyle azalmıştır.

Bu hastalığı anlamak için önceden kalp hastası olduğu belirlenen kişiler, antibiyotiklerle koruyucu tedaviye alınır. Bu tedavi kimi zaman yıllar sürebilir. Bakıma alınan kişi, hekimin önerilerini uygulamalıdır. Koruyucu tedavinin kesilmesi, söz gelimi ayda bir yapılması gereken bir iğnenin ihmal edilmesi, hastalığın ortaya çıkmasına neden olabilir. Hastalık bulguları ortaya çıktığında zamanımda hekime başvurarak tedaviye başlanmalıdır. Bugün gelişen kalp cerrahisi ile bozulmuş kapakçıkların yerine yapay kapaklar takılabilmektedir.

Pülmuner Kapağın Darlığı: Pülmuner kapağının darlığı, sağj karıncıktan kan akımını engeller. Doğuştan kalp hastalıklarının onda birini pulmoner kapak darlığı oluşturur. Kapaklar birbiri ile kaynaştığından kanın akımını engeller. Kimi zaman tek başına kimi zaman da diğer, doğuştan kalp ve damar bozukluktan ile birlikte bulunur.

Kapağın dar olması,kan basıncının giderek artmasına neden olur. Çünkü kalbin kanı pompalaması için daha fazla güç harcaması gerekmektedir.

Tıkanıklığın derecesine göre, hastada belirti verir.. ‘Hafif şekilleri ergenlik dönemine kadar belirti vermeyebilir. Hastalıklar zaman zaman morarma nöbetleri, ileri vakalarda erken dönemde kalp yetmezliği olur. Hastada gelişme yavaşlar. Yüz yuvarlaktır. Elmacık kemikleri çıkıktır. Morarma uzun süre devam ederse, parmaklarda çomaklaşma olur. Karaciğer büyür. Bu büyüme kalp yetmezliğinin derecesi ile orantılıdır.

Tanıdan sonra cerrahi müdahale ile hemen düzeltilmesi gerekir.

Kalp Karıncıklarının Arasındaki Bölmede Delik: Doğuştan kalp hastalıklarının en sık görülen örneklerinden biri de, kalp karıncıkları arasındaki bölmede delik olmasıdır. Akciğer damar sisteminde bozukluğa bağlı değişiklerin gelişmesinden önce müdahale önemlidir. Hastalar, genellikle normalden küçüktürler. Başlangıçta önemli bir bulgu da olmayabilir. Erken çocukluk döneminde sık sık üst solunum yolu enfeksiyonu geçirmeleri önemli bir bulgudur. Yeterli kilo alamazlar. Egzersiz sırasında nefes darlığı ile karşılaşırlar. Çabuk yorulurlar, 1-6 ay arasında kalp yetmezliği gelişebilir. Tedavi edilmezse cerrahi müdahale gerekebilir.
Leia Mais

İvegen Romatizmal Ateş ve Kalp Hastalığı

İvegen Romatizmal Ateş: Eskiden daha fazla oranda görülen romatizmal ateş ülkemizde Sağhk Ocaklarının ve Sağlık Evi ebelerinin çalışmaları sayesinde giderek azalmaktadır. Çok önemli sonuçlar vermesi, kalpte ve böbrekte olumsuz, sonuçlan yaratması ile önemli bir hastalıktır. Romatizmal ateş bademciklerde yerleşen streptokok adı verilen minicanlılar antijenlerine karşı oluşan bir aşın duyarlılık reaksiyonudur. Daha çok bağ dokusu yapısında bozukluklara da neden olmaktadır. Romatizmal ateşin ana bulguları :

* Kalp ve bir çok eklemi birden tutan yangılar,

* Kore adı verilen el titremeleri,

* Sınırlı kızanklık bölgeleri ve deri altında modüllerin oluşumudur.

Yan bulguları ise :

* Yaygın eklem ağnları,

* Ateş,

* Alyuvar sedimentasyon hızı,

* Akyuvar sayısırida artım,

* C reaktif protein adı verilen proteinin kanda artması,

* EKG de, P ve R dalgaları arasındaki uzaklığın artması,

* iki ana ve iki yan bulgunun bir arada bulunması,

ivegen romatizmal ateş tanısını verir.

Bu hastalık genellikle 5-15 yaşlarının hastalığıdır. 8 yaş dolayında en yüksek orandadır. 2 yaşın altında hemen hemen hiç görülmez. 2 – o yaş arasında ise çok ender görülür. Kalabalık aile, koğuş ve odalarda yaşayanlarda, ekonomik durumu yetersiz olanlarda sık görüldüğü bilinmektedir.

Toplumların ekonomik durumlarının düzelmesi, sonucu romatizmal ateş oranın da düşme olmaktadır. İlkbaharın erken dönemi ile kış aylarında daha büyük oranda görülür. Genel ortalama, onbinde 25′tir. Hastalığın bademciklerde yerleşip, onların yangılanmasına neden olan etkenlerle ilişkisi bilinmektedir. Ancak kesin, mekanizması belirlenilebilmiş değildir. Zamanında tanı ve tadavi ile sorun büyük oranda çözümlenmektedir.

En ufak bir ateşte yerli yersiz hatalı antibiyotik kullanımı hastalığın kolayca vücutfn yayılımına ve ilerlemesine yol açar. Hastaların çok ağır durumda hastaneye başvurduklarında, sorun büyük olmaktadır. Romatizmal ateşin tedavisinde kullanılan penisilin, aspirin gibi ilaçların hastalar tarafından küçümsenmesi, hekimin önerdiği miktann çocuğun canının yandığı gerekçesi ile kesilmesi, durumu çok ağı rlaştı rmaktadır.

Daha önceden romatizmal ateş geçirmiş, olanlar; ayda bir (Kışın yirmi günde bir) yapünlan özel bir penisilin iğnesi ile hastalığın tekrarlaması önlenir.

Romatizmal Kalp Hastalığı: İvegen romatizmal ateşten sonra ortaya çıkan bir hastalıktır.

Kalp kapakçıklarının bozulmasına naden olan etkilerden sonra gelişir. İvegen dönemde kalbin diğer kas tabakaları da tutulur. Kalbin hemen hemen bütün kapaklarını tutarsa da en çok mitral ve aort kapaklarının tutulduğu görülür. Çoğu kalp hastalıklarının temel nedenidir.

Genellikle kapakta ki, olayın derecesine göre bulgu verir.

Nefes darlığı ve tıkanma ile belirgindir. Muayenede kalbin bü-

yüdüğü görülür. Kalbin dinleme bulgusuna ve yapılan laboratuvar değerlendirmeleri ile tanı konur. Mitral darlığı ya da aort kapağı tutulmasının oluşuna göre bulgularda değişiklikler vardır.

Bir çok halk sağlığı sorununda olduğu gibi korunmak, tedaviden daha kolay ve yararlıdır. Eğer hastalık ileri ise kalpteki bozukluğun ameliyatla onarımı gerekir. Gerekirse yapay kapak ameliyatı yapılır. Kalbin kendi kapağı yerine yapay olarak yapılmış kapaklar takılır. Bozukluk ortaya çıktıktan sonra uzun süre geçerse, kapaklar ve kalbin dinamiği onanlmaz, biçim-j de bozulabilir. Onun için bu gibi hastalıklarda zamanında hekime başvurulmalıdır, özellikle üst solunum yolu enfeksiyonları sırasında el, kol, ayak bilek eklemleri şişerse hemen hekime başvurmalıdır.

Ateşli hastalıklar,hiç bir zaman sadece soğuk algınlığı olarak değer-lendirümemeli, hekim ile işbirliği yapılmalıdır.

Leia Mais

Kalp Grafisi – Elektrokardiyogram

Kalp grafisi ya da elektrokardiyogram kalp hastalıklarının zamanında belirlenebilmesi arttırmıştır. Çocuk kalbi elektrokardiyogramın özellikleri büyüklerinkinden biraz farklılık gösterir. Doğuştan kalp hastalıklarının tanısının konulmasında akciğer grafisinin yanısıra elektrokardiyogram da çekilir. Zamanında kalp hastalığı tanısı konur. Ayrıca daha değişik bir takım tetkiklerin yapılmasına da gerek vardır. Bu değer-lendiremelerin sonucunda çocukta nasıl bir yol izlenmesinin gerekeceğine de karar verilir.

Elektrokardiyogram kalbin elektriksel özelliklerinin belirli noktaların birbirine göre durumlarını gözönüne alarak yazdınlmasıdır. Bu araçlar belirli karşılaştırmalar: yaparak çizgi şeklinde bir eğri elde edilmesine imkan verecek şekilde geliştirilmiştir.

Elektrokardiyograf çalışması şu ilkeye dayanır: Gümüş ya da platin kaplı bir tel, akımdaki çok ince değişmelere cevap vererek, bir manyetik alanda titreşir. Bu titreşimlerin derecesi ve yönü fotoğraf filmi ya da duyarlı bir kağıt üzerine kaydedilir. Film ya da kağıt bir makara üzerinde dönerek hareket eder. Böylece titreşimler muayenenin sonuna kadar izlenebilir.

Elektrokardiyografi kalp dolaşım hastalıklarının teşhisinde basan ile kullanılmaktadır.
Leia Mais

Kan Dolaşımı

Kalp, bütün kanı aorta pompalar ve görevi de orada biter. Aorta hızla gelen kan, o anda diğer damar yollarıyla vücuda dağılır. Damarlar bir çok dala ayrılıp 2.5 cm’ lik aorttan daha çok dar bir duruma gelirler. Bu kılcallarda çok geniş bir alana yayılırlar. Bu yüzden kanın akış hızı azalır. Kılcalllarda bu hız saniyede 0.05 cm’dir.

Kalp, gerektiği an, hareket ettirdiği kan miktarını beş kat artırabilir. En yüksek çalışmada bu verim dakikada 4,5 litreden 25 litreye çıkabilir. Bu çalışma, her 60 saniyede bir, vücuttaki bütün kanın birkaç katının kalpten geçmesi demektir. Bazen bu akış bile yeterli değildir. Kasların daha fazla kanı başka organların zararına da olsa alırlar. Kalp verimi beş kat arttığı halde kaslar, 18 kez daha fazla kanla beslenirler. Bu arada sindirim sistemi, böbrekler, deri gibi organlarda kan akışı azalır. Hızlı çalışmalarda, artış ve eksilmelerden hiç etkilenmeyen beyindir. Dinlenirken beyne dakikada 0,75 litre kan gider. Çok çalışmalarda da beyne giden miktar aynı kalır. Hızlı çalışmaların doruğunda kaslar kalbin yüksek veriminin % 88′ini alırlar. Oysa bu oran % 20′dir. Bunun ter-sine karın yöresi dinlenirken kanın % 24′ünü tüketir. Güçlü çalışmalarda ise bu oran % 1 ‘e düşer.

Öte yandan yere paralel duruş şeklinden dikey duruma gelince kalbe fazladan bir görev yüklenir. Sabah yataktan kalkan kişi, yatay durumdan dikey duruma geçtiği için kalbi yukarıya doğru kan gönderme zorunluluğundadır. Bu çalışma, yatay çalışmadan daha fazla güç gerektirir. Sabahları sık görülen baş dönmeleri de bundandır.

Atardamar sistemi kanı kalpten dokulara götürerek, dokuları besler. Toplardamar sistemi ise, kanı dokulardan kalbe götürür. Toplardamar kanı oksijenden yoksundur. Çünkü besin maddeleri dokular tarafından alınmıştır. Toplardamar kanında, doku hüclerinin metabolizma artıkları vardır. Dokular bu artıkları toplardamar kanına vererek arınmış olur.
Leia Mais

Hemofili

Kanda pıhtılaşmayı etkileyen bir çok hastalık vardır. Büyük çoğunluğu ender hastalıklardır. Karmaşık isimler alırlar. Pıhtılaşma bozuklukları içerisinde hemofilinin önemli bir yeri vardır. Hemofili tek bir hastalık değildir, üç ana türü ve bunların da bir çok alt türleri vardır. Hemofili, kanda pıhtılaşma maddesinin eksikliği olarak tanımlanabilir. Hemofili olanlarda sık sık kanama odakları görülür. Kanama açık yaralardan deride, deri altında, ağız ve ağız içi zarlarda olabilir. Kunt zedelenmelerde iç organ kanamaları da sıktır. Cerrahi uygulamalar sırasında kanamanın anormal derecede fazla olması sonu, tanı konulabilir. Hastalık daha çok erkek çocuklarda görülür. Kadınlar hastalığın zayıf genini böylelikle taşırlar. İngiltere Krallık Ailesinin bir çok erkek üyesinde görülürken, kadınlarda görülmemiştir. Hastalığın en önemli özelliği eklem içlerine olan süreğen kanamalardır. Günümüzde pıhtılaşma faktörlerinin kullanılması hastalığın korkunçluğunu azaltmaktadır. Pıhtılaşma faktörlerinin bulunmadığı durumlarda çok taze kan verilerek kanamanın önlenmesine çalışılır. Ancak hemofili olan çocuklar, korunmalıdır. Zamanında önlem alınır, düzenli kontrol altında tutulur, ortopedik önlemler uygulanırsa, kanamalı çocukların normale yakın bir hayat sürmeleri mümkündür.
Leia Mais

Damar Sertleşmesi


Kolesterol yapabilecek besinlerin bol miktarda yenmesi sonucu kanda biriken yağlı maddelerin atardamar İç yüzeylerine çökmesiyle oluşur. Damarlarda kabartılar ve ülserler meydana gelir. Yağlı madde içinde kireçlenme başlar. Ruhsal gerilimler, hızlı yaşama ve yanlış beslenme bu hastalığın en önemli etkenleridir.damar

Baş dönmesi, baş ağrısı, kulaklar­da uğultu ve çınlama, düşünce gü­cünün azalması gibi belirtiler göste­rir. İlerlemesi yavaşlatılabilir veya durdurulabilir. Alkol, sigara, koyu çay, kahve ve kakao içilmemeli; kırmızı et, sakatatlai” (karaciğer, böbrek ve paça gibi), tuz, Ispanak, pazı, acı ve baharatlı yiyeceklerden kaçınma lıdır. Süt ve süt mamulleri, taze seb­ze ve meyveler yenmelidir. Bezelye özellikle tavsiye edilir.

Yorucu bedenî hareketlerden ka­çınmalı, peklik (kabızlık) çekilmemeli, aşağıdaki bitkisel ilaçlardan faydalanmalıdır. Deniz yosunu yi­yenlerde damar sertliğine rastlanma­mıştır.
Damar serdiğinden korunma:

* 40 diş sarımsak iyice ezilip bir kavanoza konur, üzeri sarımsakları örtecek şekilde alıç sirkesi İlave edi­lir. Sonra da kavanoz, ağzına kadar limon suyu ile doldurulur. Karışım, üç hafta serin bir yerde çalkalanarak bekletilir. Yemeklerden önce birer fincan içilir.

* Her gün 2-3 bardak papatya çayı, balla tat­landırılarak içilir.

50 gr. reze­ne, 50 gr. anason ve 60 gr. no­hut, iki litre suda on beş dakika kaynatılır. Balla tatlandırılarak, günde üç defa birer çay bardağı içilir.

* Komposto çeşitleri içilir. Bol miktarda kabak tatlısı, karpuz ve ka­vun yenir.

* Kaynamakta olan bir litre suya, küçük parçalara ayrılan 100 gr. mis­vak konur. Kaynatma on dakika da­ha sürdürülür, sonra süzülür. Eldeedilen misvak suyu balla tatlandırıla­rak yemeklerden Önce birer çay bar­dağı İçilir. Karabaş otu çayı içilir.

* 2-3 adet mandalina veya bit adet portakal kabuklarıyla birlikte robot­tan öncelikle geçirilir. Elde edilen su, her gün içilir.

* İki kilo kiraz üç eşit parçaya ay­rılır. Her gün aç karna, yemeklerden yarım saat önce yenir.
Leia Mais

Kalp Krizi


Kalp Krizi

Kalp krizi, kalp kasını besleyen kanın azalması veya kesilmesi sonucu, kas dokusu öldüğü için meydana gelir. Koroner arterlerdeki (kalp kasını besleyen damarlardaki) kan akışını kesen, genellikle bir pıhtıdır. Eğer kalp kası büyük oranda etkilenmişse, kalp durur.

Kalp Krizinin Belirlenmesi


Kalp krizinin ortaya çıktığı anda uygulanan acil müdahale, hastanın hayatta kalışında ve iyileşme sürecinde de böylelikle belirleyicidir. Bu, söylendiği kadar kolay değildir, çünkü hastaların çoğu kalp krizi gibi ciddi bir şeyi geçirmekte olduklarının bile farkında değildir.

Kalp krizi belirtileri şunlardır:

- Göğüste basınç ve sıkışma hissi veya birkaç dakika süren ya da gelip giden ağrı. Bazı hastalar hiç göğüs ağrısı hissetmezler.

- Omuzlara, boyna, çene veya kollara yayılan ağrı

- Baş dönmesi, terleme, bulantı

- Nefes darlığı

Kadın hastaların çoğunda bulgular, erkeklerden farklıdır. Kadınlar sıklıkla ciddi yorgunluk hissi, mide şikayetleri ve nefes darlığı hissederler. Kadın hastaların sadece üçte biri göğüs ağrısından şikayet eder. Kardiyovasküler hastalıklar her iki cinsi de eşit olarak etkilerken, kadınların kalp krizinden ölme riski erkeklerden daha düşüktür.

Kalp Krizinde Yapılması Gerekenler

1. 112′yi arayarak tıbbi yardım isteyin. Pıhtı çözücü ilaçlar mevcuttur fakat erkenden verilmeleri gerekir.

2. Hastayı en rahat edeceği pozisyona getirin.

3. Eğer hasta kendindeyse, yutabilecekse ve aspirin alerjisi yoksa bir yetişkin aspirini veya 2-4 bebe aspirini verin.

4. Eğer hastanın daha önceden reçete edilmiş kalp ilacı (örn nitrogliserin) varsa, almasına yardım edin.

5. Solunumu takip edin.
Leia Mais

Çocuklu Evde Bulunması Gerekli İlk Yardım Malzemeleri


İLK YARDIM

Evde bulunması gerekli olanlar


Çocuklu bir evde, herhangi bir olasılığa karşı bazı ilaçların bulundurulması gerekir. Sağlığı ilgilendiren olaylar, çocukta apansızın ortaya çıkar ve tedavilerinde de gecikmemek gerekir.

Ecza dolabı

Özellikle, evde büyücek bir çocuk varsa, erişilemeyecek bir yerde ve kilitli olmalıdır. Duvara asmak en iyi çözüm yollarından biridir.

Kullanılması tehlikeli olabilecek (kırmızı etiketli) ilaçlar, dolabın üst rafına konmalıdır.

İlaçları sık sık gözden geçirmek, eskimiş olanları atmak ve etkililik sürelerini bilmek gerekir. Evde bulundurulacak ilaçların bir bölümü içerden, bir bölümü dışardan kullanmak içindir.
ilk-yardim-malzemeleri


Dışardan kullanılan ilaçlar

• Renklendirici ilaçlar

Deri için kullanılırlar, eyozin ya da sulandırılmış civa türevleri, kabaetlerdeki pişiklerde daha başlangıçta kullanılır. Yüzeysel yanıklarda da çok etkilidir.

Sıvı sabun

Kirlenmiş yaraları temizlemekte alkolden daha iyidir.

« 60°’lik alkol

Yaralarda kullanmaktan kaçınmalıdır: Acı verir ve yarayı tahriş eder.

Metilen mavisi

İmpetigo (çakmak hastalığı) tedavisinde ya da ne olduğu bilinmeyen sivilceler için kullanılır.

Burun damlaları

Etkilerini çok kısa bir süre koruyabildiklerinden, antibiyotikli damlaların uzun süre bekletilmemesi (özellikle açık şişelerin) ve soğuk’ bir yerde saklanması gerekir. Yan etkileri olmayan gümüş nitrat kökenli damlalar saklanmalı, buna karşılık, büyük miktarlarda kullanıldıkları zaman ve içe çekildiklerinde bronşlarda rahatsızlık yapan yağlı damlalar saklanmamalıdır. Efedrin kökenli damlalar da süt bebeklerine verilmez.

Göz damlaları

Hekimin muayeneden sonra verdiği ilaçlar, antibiyotikli damlalara yeğ tutulmalıdır.

Yumuşatıcı kremler

Anneler bunları pek sever ve bronş rahatsızlıklarında bebeklerin göğsüne sürerler. Deri sağ-lıklıysa, kullanılmalarında saKınca yoktur; yararlı olmasalar bile zarar vermezler.

Merhemler

Deri hastalıklarına karşı kullanılırlar. Etkililikleri, öncekilere oranla daha belirsizdir. Nedenler her zaman aynı olmayacağından, her zaman aynı sonucu vermezler; dolayısıyle dikkatli kullanılmaları gerekir.

Vazelin

Kafadaki kabuklar için kullanılır. Ayrıca, ecza dolabında şunlar bulundurulmalıdır:

— pamuk;

— aşılar ve yaralar için gazlı bez:

— antibiyotikli merhemler;

— küçük pansumanları yerinde tutmak için plaster;

— damlalık;

— 1 törpü;

— 1 termometre.

Ateş düşürücüler

Çok önemli ve sık sık kullanılması gereken ilaçlardır. Bebeğin ateşini düşürmekte kullanılır ve yüksek ateş sonucu çırpınmaları önlerler.

Başlıca çeşitleri şunlardır:

— bebek aspirini: Bir kaşık suda eritilerek ağızdan verilir;

— ateş düşürücü fitiller;

— şuruplar: En çok kullanılanlar öksürük şuruplarıdır; bronş hastalıklarının ilk belirtilerinde anne bunları verebilir; genellikle tadları güzel olduğundan, çocukların hoşuna gider.

Sonuç

Ecza dolabında, ilaçlardan başka hekimin telefon numarası ve adresi, acil olarak yardım istenebilecek numaralar yazılı bir kağıt da bulundurulabilir; ilaçların son kullanım tarihleri, kutularının üstünde belirtilmiştir.

Beden ısısı

Çocuğun beden ısısı oldukça düzensizdir. Ama, hastalıkların değişmez sayılabilecek belirtilerinden biridir.

Yeni doğmuş bebeğin beden ısısı kararlı değildir; çevre ısısındaki değişikliklere göre değişir. Bu nedenle, içinde bebeğin bakımının yapıldığı odanın sıcak olmasına dikkat etmek gerekir; yoksa bebeğin beden ısısı da düşecektir.

Bebeğin beden ısısı zaten sık sık 37°C’ın altına düşer; bunda korkulacak bir şey yoktur; ama, bebeğin deri alanı beden ağırlığına oranla çok fazla olduğundan, ısı yitimi çok olur.

Süt çocuğu da ısı değişikliklerinden, daha az ölçüde olmakla birlikte, etkilenir. Çevre ısısının çok yüksek olması, özellikle uzun süre bu çevrede kalırsa, çocuğun sağlık durumu üstünde ciddi etkiler yapabilir. Dışarda arabasının içinde kaput açıkken güneşte ya da camları kapalı bir otomobilde havasız kalırsa, ciddi sonuçlar doğurabilecek olan «sıcak çarpması»na uğrayabilir.

Bebek, sıcak çarpmasına çok sıcak ve havası nemlendirilmemiş bir oda içinde de (daha ender olmakla birlikte) uğrayabilmektedir.

Bu nedenlerle, annenin çevre ısısına özen göstermesi gerekir.

Aşırı giyim de bebekte aynı sakıncaları doğurabilir. Anneler çoğunlukla, çocuğun üşümesinden korkarak gereksiz yere kat kat yün giydirir ya da örterler.

Aynı biçimde, dışarısı soğukken çok sıcak bir yere giren annelerin, bebeği rahatlatmayı düşünmedikleri de olur: Otobüslerde, annelerin ter içinde kalmış bebekleri dizlerine oturtup, üstelik düşmesin diye sımsıkı tuttukları görülür.

Hastalıklar, süt çocuğunun ateşinin yükselmesine yolaçan önemli nedenlerdir. Fizyolojik bir durum da (diş çıkarma gibi), ateş yükselmesine neden olabilir. Bazı süt çocuklarında ateş bütün dişlerde, bazılarında ise yalnızca büyük dişler çıkarken yükselir.

37,5°C ya da daha yüksek beden ısısı, ateş yükselmesi olarak değerlendirilir. Nedenleri değişiktir.

Beden ısısı apansızın yükselebilir, ama çocuk üstündeki etkisi değişiktir:

— yeni doğmuş bebek hareketsiz ve dalgındır;

— süt çocuğu, bed’en ısısının yükselmesine karşın, hareketliliğini, canlılığını sürdürü
Leia Mais

Kazalar Karşısındaki Neler Yapılmalı

Kazalar karşısında paniğe kapılmamak, sinirlenmemek, belli bir düzen içinde davranmak gerekir. Evde bir yerde, acil durumlarda telefon edilecek yerleri gösteren bir liste bulunması yararlıdır. Kaza ciddiyse, hemen bir cankurtaran, olmazsa bir otomobil çağırılarak, çocuk vakit geçirmeden hastaneye kaldırılmalıdır.

Havasızlıktan boğulma: Havasızlıktan boğulmaya bir havagazı ya da tüp gaz kaçağı, iyi çekmeyen bir soba, çocuğun kafasına geçirdiği bir torba neden olabilir. İlk uygulanması gereken şey, «yaşam öpücüğü» denen ağızdan ağıza soluk vermedir.

Biberon ya da meme emdikten sonra gaz çıkarmamış bir süt çocuğu da havasızlıktan boğulabilir; yemekten hemen sonra yatırılırsa, bir süt parçası ağzına geri gelip, soluk borusuna kaçarak boğulmasına neden olabilir. Çocuğun yedikleri sık sık ağzına geri geliyorsa, yarı oturur ya da yüzükoyun ve başı yana dönük biçimde yatırılması uygun olur. Ciddi bir bademcik enfeksiyonu da, yutağın tıkanmasına yolaçarak ciddi solunum bozukluklarına neden olabilir. Bu durumda çocuğun, genellikle hastaneye kaldırılması gerekir.

Yanıklar:

1. Hafif yanıklar: Yanık hafif, yüzeysel, önemsizse, anne bir yanık merhemini hafifçe sürüp, sonra üstünü gazlı bezle kapatabilir. Ama çocuğun yarayı kirletmesi tehlikesi olmadıkça, yanığı açık bırakmak daha iyi. Çocuk her şeye dikkat eder ve ana-babasına yardım etmek ister; ama elektrikli ev araçlarını kullanırken ne gibi önlemler almak gerektiğini bilmediğinden, kendini yaralayabilir.

2. Ciddi yanıklar: Yanığa kimyasal bir madde yolaçtıysa, yanık yeri temiz soğuk suyla yıkanmalıdır. Yanığa bir asit yolaçmışsa, sodyum karbonat katılmış temiz suyla yıkanması gerekir. Yanığa yakıcı bir alkali yolaçmışsa, sirke katılmış temiz suyla yıkanmalıdır.

Bu maddelerin hangisi sözkonusu olursa olsun, yanık ciddi ve yaygınsa, çocuk hemen hastaneye kaldırılmalıdır. 2. derece yanık terimi, deride sıvı dolu büyük kesecikler belirmiş olduğunu anlatır. Bu durumda çocuk, hemen hastaneye kaldırılmalı, hastanede yanıklar yerel olarak tedavi edilip glikozlu serum verilerek, su ve elektrolit dengesi yeniden sağlanmalıdır. 3. derece yanık çok tehlikelidir. Deri ve altındaki dokular kömürleşmiş, çocuk şok durumundadır. O zaman kalp şokuyla savaşmak gerekir ve hastanede acil tedaviye girişilse bile, kaza ölümle sonuçlanabilir.

Çocuk, sözgelimi kibritle oynarken giyeceklerini tutuşturduysa, ateşi söndürmek için battaniye, vb. bir örtüyle sarmak, üstündeki giyecekleri çıkarmayıp, elden geldiğince çabuk hastaneye götürmek gerekir. Bu arada, içmesi için su vermekten de kaçınılmalıdır.

Ezikler: Herhangi bir yere çarpma ya da düşme sonucu oluşurlar. Çarpılan yerde bir çürük belirir. Çürük, deri altında kan toplanmasıdır. Bazen çürük değil, yalnızca bir şişlik görülür. Acının hızla azalması için, soğuk su ya da buzla kompres yapılabilir.

Solunum yollarına kaçan yabancı maddeler: Solunum yollarına bir şey kaçan çocuk, oynarken apansızın soluksuz kalır, soluk almakta güçlük çeker, morarır. Anne, çocuğu ayaklarından tutup başaşağı çevirerek hafifçe sırtına vurmalı, bu arada bir hekim çağrılmalıdır. Solunum yollarına kaçan şey kolayca çıkarılacak durumda değilse, çıkarmaya çalışmak yerine çocuğu hemen hastaneye götürmek gerekir; çünkü çıkarma çabaları, daha derinlere kaçmasına neden olabilir.

Çocuğun bir şey yuttuğu biliniyorsa, ama hiç bir belirti, hiç bir ağrı yoksa, hekime başvurarak bir röntgen filmi çektirmek temkinli bir davranış olur. Bu tür kazalara özellikle, çocuğun ne bulursa ağzına götürdüğü yaşta raslanır. Dolayısıyle, bu yaşta çocuğa sürekli gözkulak olmak, ağzına sokabileceği küçüklükte oyuncaklar vermemek gerekir. Ayrıca çok küçük çocuklara hiç bir zaman şeker, çiklet gibi şeyler de verilmemelidir.

Bazen, ilk andaki belirtiler önemli değildir; ama sonraki gün ya da haftalarda, astım ya da boğmacayı andırır öksürük nöbetleri, bronş rahatsızlıkları görülür. Akciğer röntgeninin çekilmesi, bir bronşa takılıp kalmış yabancı maddeyi gösterebilir.

Burun deliklerine kaçan yabancı maddeler: Çocukların burun deliklerine bir şeyler sokuşturmalarına da sık raslanır. Bunlar arasında inci boncuk taneleri, kuru fasulye ya da fındık sayılabilir. Çocuk ağzından soluk alabildiğinden, bu durum havasızlıktan boğulmaya neden olmaz. Burna sokulmuş nesneyi çıkarmaya çalışılmamalıdır; çünkü daha önemli bozunlara yolaçabilir. En iyisi bir hekime başvurmaktır.

Güneş yanıkları: Derisinin alışıp yanmaması için, çocuğun güneşte bırakılma süresi yavaş yavaş artırılmalıdır. Güneş yanıkları, çocuk önlem alınmaksızın uzun süre güneşte bırakılırsa görülür. I. derece güneş yanığından gerçek yanıklara kadar değişen çeşitli ciddilik dönemleri vardır. Güneş yanığında, çocuğun bedenine nemlendirici bir krem sürmek yeterli olur. Böyle bir krem yoksa, suya sirke katıp bu sıvıya batırılan bir bezle böylelikle kompres yapılabilir.

Deride sıvı dolu büyük kesecikler belirmişse hekime başvurmak gerekir. Yalın bir güneş yanığından sonra bile, çocuk birkaç gün şiddetli güneş altına çıkarılmamalı, sonraki günlerde yeniden yavaş yavaş güneş ışığına alıştırılmalıdır.
Leia Mais

Acil Rahatsızlanma Durumunda Neler Yapılır.?

Apandis iltihabı (apandisit) nöbeti: Apansız ortaya çıkabilir. Bu nöbet, karnın sağ alt tarafında (ama çocuk ağrının yerini tam olarak gösteremez ve bazen göbeğini gösterir) ağrılarla başlar. Hekim muayene ettiğinde, ağrılı yere dokunduğunda, bir kas direnci belirir. Bazen ağrılarla birlikte ya da ağrılardan önce, iştah yitimi, bulantı ve kusmalar görülebilir.

Vakit geçirmeden çocuğu ameliyat etmek iyi olur; çünkü ameliyat edilmeyen apandis iltihabı, çok tehlikeli bir iltihap olan karın zarı iltihabıyla (peritonit) sonuçlanabilir.

Sıyrıklar: Çocuk düştüğünde, çoğunlukla sıyrıklar olur: Dizler, dirsekler, avuç içi biraz kanar; deri sıyrılır, yara kirlidir ve bir yanma duygusu uyandırır. Sıyrığı suyla iyice yıkamak, sonra oksijenli su ya da 90°’Uk alkol, v.b. bir maddeyle mikroptan arındırmak gerekir.

Burun kanamaları: Düşmeler, çarpmalar, sıcak ya da güneş çarpmaları, burun kanamalarına neden olabilirler. Bazen de, kanamanın gözle görülür bir nedeni yoktur. Çocuğun burnu kanıyorsa, küçük bir gazlı beze oksijenli su emdirip fitil gibi kıvırarak, kanayan burun deliğine sokmak gerekir.

Burkulmalar: Burkulma çoğunlukla, bir düşme ya da ayağı yanlış basma sonucu, eklem düzeyinde görülür. Yol-açtığı şişkinliğe, soğuk su ya da buzla kompres yapmak, şişi azaltabilir. Ayrıca, aşırı sıkmaktan kaçınılarak (yaralı üyede kanın normal dolaşımını engellememek için), burkulan eklemi sarmak gerekir.

Daha ciddi durumlarda, burkulma şiddetli bir ağrıya, önemli bir ödeme neden olabilir. O zaman hekime başvurmak gerekir; çünkü burkulmanın yanısıra, bir bağ yırtılması ya da bir kemik çatlaması olabilir.

Kırıklar: Çoğunlukla düşme sonucu ortaya çıkarlar: Çocuk, yaralı üyeyi kıpırdatamaz. Çeşitli kırık biçimleri vardır. Ayrışmasız kırıklarda, ilgili üyeyi bir atel ya da yarık alçı yardımıyla tesbit etmek gerekir; teşhis, röntgen filmiyle doğrulanır. Hekim, çocuğun kemik yeniden kaynayıncaya kadar taşıyacağı bir alçı hazırlar.

Ayrışmalı (yer değiştirmeli) kırıklarda, üye tesbit edildikten sonra, röntgen filmi çekilmeli, daha sonra kırık uçları yerine konup (uç uca getirilip) alçıya alınmalıdır. Bazı kırıklar «açık kırık»tır, yani kemik, deriden dışarı çıkar. Ayrıca, kolundan sertçe çeKİlen çocuklarda, kol kemiği kıkırdağının ayrıştığı (kemik ucu ayrışması) görülebilir. Bu durumda hekim, kemiği tesbit etmelidir.

Deri altında kan toplanması: Herhangi bir çarpma sonucunda, mavimsi renkli bir şiş biçiminde ortaya çıkar. Yayılmasını önlemek için, üstüne buz koymak gerekir.

Kasık fıtığı: Küçük erkek çocuklarda görülür. Apansızın ortaya çıkıp, şiddetli bir ağrıya yolaçar. Hemen bir hekime başvurmak gerekir. Bazen hekim, fıtığı yerine oturtmayı başarabilir. Bu durumda acil ameliyata gerek kalmaz. Fıtık yerine oturtulamıyorsa, vakit geçirmeden ameliyat edilmelidir. Genel uyulurum altında yapılan ameliyatın geleceği iyidir: Çocuk kısa sürede ayağa kalkar.

Güneş çarpması: Yaz mevsiminde çok uzun süre güneş altında kalmış çocuklarda görülür. Çocuk ateşli, hareketsiz ve baygın gibidir, ciddi durumlarda çırpınmalar görülebilir. Çocuğa aspirin tipinde bir ateş düşürücü eklenmiş su vermek ve serin bir yerde dinlendirmek gerekir. Koruyucu önlem olarak, çocuklar uzun süre kızgın güneş altında bırakılmamalı, başlarına bir şapka takmalıdır.

Yaralar: Yara bıçak ya da jiletle yapılmış küçük bir kesik biçimindeyse, mikroptan arındırıldıktan sonra, kanın durması için gazlı bezle sarılır. Kaş kemeri yarılması ya da derin bir kesik gibi daha tehlikeli yaralarda, çocuk hastaneye götürülmeli, yerel uyuşturum altında yara dudakları dikilerek yan yana getirildikten sonra sarılmalıdır. Yara aşırı kanıyorsa, çocuk en yakın hastaneye götürülmelidir. Hastaneye götürmeden lastik sargı ya da iple sıkmamak gerekir; çünkü bu sargı gereğinden uzun süre çözülmeden bırakılırsa (en çok 1 saat), kangrene yolaçabilir. Kan kesik kesik fışkırıyorsa (rengi de çok kırmızıdır), bir atardamar kesilmiş demektir. Yaralı üye havaya kaldırılıp parmakla ya da gazlı bez tamponuyla atardamarın üstüne bastırılarak, çocuk hemen hastaneye götürülmelidir.

Suda boğulma: Su altında aşırı miktarda su yutma, solunumun durup bilincin yitirilmesine yolaçar. Bu durumda çok çabuk davranmak gerekir.Çocuk çok küçükse, yuttuğu suyu çıkarması için ayaklarından tutularak başaşağı sallanmalı. Yutak ve boğaz parmakla temizlenmeli, sonra sırtüstü yatırılıp (başı iyice arkaya yatık olmalıdır) hemen hastaneye götürülmelidir. Çocuk daha büyükse yan yatırılmalı, kurtaran kişi arkasına geçip, dizlerini çocuğun sırtına dayadıktan sonra, yuttuğu suyun ağzından çıkması için elleriyle karnına bastırmalıdır. Sonra, vakit geçirmeden ağızdan ağıza soluk verilmeli, yöntemi iyi bilmek koşuluyla, kalbe dıştan masaj yapılmalıdır.

Kafa çarpma: Çocuk merdivenden, parklardaki kayma yerinden düşüp ya da trafik kazaları sırasında kafasını çarpabilir. Bunun sonucunda bilincini yitirebilir, başında yaralar açılabilir. Kafa kemiklerinde kırık olabilir. Teşhis, röntgen filmiyle konmalıdır. Kazanın hemen arkasından, çocuğu sarsmadan sırtüstü yatırmak, başını arkaya doğru gererek, çenesini yukarı kaldırarak solunum yollarını rahatlatmak, ağız ya da burun deliklerinde bulunabilecek toprak, kum gibi şeyleri de temizlemek gerekir. Çocuk soluk almıyorsa, yapay solunum uygulayıp, hiç vakit geçirmeden hastaneye götürmek gerekir.

SONUÇ: Acil durumlarda hemen bir hastaneye telefon edilip, ne yapmak gerektiği sorulabilir. Ayrıca, evde yakındaki bir cankurtaran servisinin telefon numarasının bulundurulması, son derece yararlı olur.
Leia Mais

Ecza Dolabı


Hekim ya da sağlık görevlilerinin yerini tutmasa bile her evde bir ilaç dolabı bulunmalıdır. Amaç, değişik zamanlarda alınan ilaçları bir arada bulundurmak, ufak rahatsızlıklarla, yara,bereler için ilk yardımı sağlamaktır. Çeşitli hastalıklar için alınan ilaçların evin orasına burasına dağılmasını ilaç dolabı önler. Çocuklarda zehirlenmelerin önüne geçilir. Bir ilaç dolabında bulunması gereken ilaçların sayısı oldukça çoktur. Ancak ihtiyacı karşılayabileceklerin bulunmasında yarar vardır. Bu arada dolabın sık sık düzenlenerek zamanı geçmiş, kullanılması gereksiz ilaçların gözden geçirilmesi unutulmamalıdır.

İlaç dolabı evin en serin ve çocukların ulaşamıyacağı bir yere konmalı, her zaman kilitli olmalıdır. Dolap içerisinde bulunan bölmelerde yerleştirme belli bir düzenle yapılırsa istenilen ilaç ve gereçler kolayca bulunur. Düzenlemenin şöyle yapılmasında yarar vardır: İlk yardım gereçleri;

Ecza Dolabı

Pamuk, sargı bezleri, makas, flaster, çengelli iğne, termometre, enjektör takımı, tentürdiyot, oksijenli su, amonyak ve alkol. Antibiyotikler; Hekimin verdiği, çeşitli ilaçlar kutu ve kullanma şekli yazılarıyla birlikte bir bölüme de yerleştirilir.

Ağrı kesiciler, Ateş düşürücüler; Vücudun dış bölümü için uygulanabilecek ve hekimin verdiği ilaçlar bu bölüme konur,

içeri için kullanılacak ilaçlar; Nerede ve ne şekilde kullanılabileceği bilinen ve çoğunlukla hekimin önerdiği ilaçlar bu bölümde bulunur.

Çeşitli ilaçlar ; Bazı hastalıklar için kullanılmış ancak süresi dolmamış ilaçlar bu bölümde saklanır.

Ayrıca her ilaç dolabında reçete, hekim adres ve lelefon numaraları ile hasta için yapılacak uygulamaların not edileceği bir defterin konulmasına yarar bir göz ya da yerin bulunması gereklidir.
Leia Mais

İlkyardım Nedir?


İlkyardım, yaralanmış veya birden bire hastalanmış bir insana uygulanan bakımdır, ilkyardım, tıbbi tedavinin yerini almaz, sadece gereken tıbbi tedavi yapılana kadar ve ya tıbbi tedaviye gereksinim yoksa da, iyileşme sağlanana kadar uygulanır. Yaralanmaların ve hastalıkların çoğu tıbbi tedavi gerektir. ABD’deki ölümcül olmayan mesleki yaralanma ve hastalıkların en önde gelen nedenlerini göstermektedir. ise ABD’deki ölüm sebeplerinin önde gelenleri listelenmiştir.



Ölümle sonuçlanan yaralanmaların sayısıyla, daha az önemli olan yaralanmaların sayısı karşılaştırılmaktadır. Doğru uygulanan ilkyardım, ölümle hayatı birbirinden ayırabileceği gibi, hızlı iyileşme uzun süre hastanede kalma ya da sakatlıkların geçici veya kalıcı olması arasındaki farla da belirleyebilir. İlkyardım, sadece başkaları için uygulanabileceklerden ibaret değildir; acil durumlarda kendimize uygulayabileceğimiz müdahaleleri de içerir.

İlkyardım
Ev için hazırlanmış bir ilkyardım çantası ile, işyerleri kin hazırlanmış olan arasında fark vardır. Ev için olan. kişisel ilaçlar ve az sayıda gereç içerebilir. İşyerlerindeki ilkyardım çantaları için ise çok daha gerece ihtiyaç duyulurken (sargı malzemeleri i), kişisel ilaçlara gerek yoktur.
ilkyardım çantasında bulundurulması gereken malzemeler listelenmiştir.
İlkyardım çantalarında bulunabilecek antihistaminik, topikal kremler gibi ilaçların kullanımını kısıtlayan durumlar söz konusu olabilir. Bunun için ilkyardım uygulayacak kişinin, bu tarz ilaçları uygulamadan önce ilkyardım uygulanacak kişiden veya yakınından yazılı onay alması böylelikle uygundur.

İdeal bir ilkyardım çantasında bulunması gerekenler
2 Adet Sargı Bezi – (10 cm x 3.5 m) 50 Adet Gaz Kompres Sterilize
‘0 cm x 10 cm) 8 kat
3 Adet Üçgen Sargı re om x 100 cm x 135 cm)
Alkollü Antiseptik Solüsyon 50 mi ‘ Adet Flaster – (2.5 cm x 5 m)
10 Adet Çengelli İğne
1 Adet Paslanmaz Çelik Makas
1 Adet Elastik bandaj – ( 6 cm x 5 m)
1 Adet Turnike Kan Durdurucu
“10 Adet Yara Bandı
1 Adet Alüminyum yanık örtüsü –
2 Adet Tıbbi Eldiven ” Adet El Feneri ‘.
1 Adet Suni Solunum Maskesi
1 Adet ilkyardım El Kitabı
1 Adet İlkyardım Künyesi
1 Adet Susuz El Antiseptiği
1 Adet Hidrofil Pamuk 10 gr.
1 Adet Deprem Düdüğü

İlkyardım Neden Önemlidir?

İlkyardım uygulamayı bilmek fakat hiç uygulamamış olmak, ilkyardıma gerek duymak fakat uygulamayı bilmemekten daha iyidir. İnsanların çoğu önünde sonunda kendisi veya bir başkası için ilkyardım uygulaması gereken bir durumla karşı karşıya kalacaktır, bu yüzden herkes ilkyardım uygulamayı bilmelidir. Kalbi duran bir insana ilkyardım uygulanmasındaki birkaç dakikalık bir gecikme bile hayat veya ölüm anlamına gelebilse de, yaralanmaların çoğunda hayat kurtarıcı çabalara gerek kalmayacaktır. Çoğu insan, hayatı boyunca belki de sadece bir veya ilci kere yaşamı tehdit eden bir durumla karşılaşacaktır. Hayat kurtarmak önemlidir fakat daha az ciddi yaralanma durumlarında ne yapılacağını bilmek, daha fazla dikkat ve ilkyardım bilgisi gerektirir.
Leia Mais

İş Sağlığı ve Güvenliği


Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından, 09 Aralık 2003 Tarihli Resmi Gazetede yayınlanan İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği:
Mesleki risklerin önlenmesi, sağlık ve güvenliğin korunması, risk ve kaza faktörlerinin ortadan kaldırılması durumunda kalacaktır. Eğer daha önceden başka bir insana yardım etme ihtimalini düşünmüş seniz, sizin ilkyardıma dahil olma olasılığınız daha yüksektir. Bundan dolayıdır acil durumda yardım etme kararını vermede asıl önemli anından öncesidir.


Olay Yerini Değerlendirmek
Eğer acil durum sırasında olay yerindeyseniz, birkaç saniyenizi ayırarak olay yerini incelemek için şu konuya dikkat edin:
1. Sizin için, kazazedeler ve diğer görgü tanıkları için risk olabilecek unsurlar var mı? (Örneğin trafik levhası, elektrik kabloları, saldırgan…) Her zaman kendinize olay yerinin güvenli olup olmadığı sorusunu sorun.
2, Ne olduğu konusunda izleniminiz nedir? Durum bir hastalığa mı bağlı yoksa bir kazaya mı, ciddi mi hafif mi?
3. Kaç kişi olaya dahil? Bazı durumlarda birden fazla kazazede olabilir, bunun için etrafınıza bakın ve başka yardıma ihtiyacı olan var mı diye sorun.

112′yi Arayın
Türkiye’de ilkyardım gerektiren her durumda telefon iletişimleri, 112 acil telefon numarası üzerine gerçekleştirilir. Bazen 112′yi aramakta geç kalınabilir veya ambulans çağırmak, hasta için daha uygun olmasına rağmen özel araçla tıbbi bakım ünitesine transferi söz konusu olabilir. Neyse ki yaralanmaların ve ani rahatsızlıkların çoğunda acil gerekmeden, sadece ilkyardım yeterli olacaktır. „ buna rağmen, acil tıbbi tedavinin gerektiği durumları da bilmek gerekir.

Tıbbi Tedavi Gereken Durumlar

Tıbbi tedavi gereken durumları anlamak için basit yaralanmalar ve rahatsızlıklar ile yaşamı tehdit eden durumlar arasındaki farkları bilmek gerekir. Örneğin, üst karın bölgesindeki ağrıların sebebi sindirim bozuklukları, ülserler veya kalp krizinin erken belirtileri olabilir. Islık şeklinde solunum sesleri, astımlı bir hastanın cebinde taşıdığı solunum rahatlatıcı ilacından alarak rahatlayabileceği bir durum olabilecekken, daha ciddi bir durumun örneğin arı sokmasına bağlı gelişen allerjik bir reaksiyonun belirtisi de olabilir.

Bölüm 2: Acil Durumlarda Yapılması Gerekenler
Her kesik dikiş gerektirmeyeceği gibi, her yanık da tıbbi tedavi gerektirmez. Bununla birlikte, eğer yanılma ihtimali varsa, güvenli tarafta olmak herzaman daha doğrudur. Ciddi bir durum gerçekleştiğinde ilk olarak 112′yi arayın. 112 aranmadan önce doktor, hastane, akrabalar, arkadaşlar veya komşular aranmamalıdır. Bu, sadece zaman kaybettirir. 112′nin aranması gereken durumlar için size rehber olacaktır.

112 Aranırken Dikkat Edilmesi Gerekenler

Türkiye’de ilkyardım gerektiren her durumda telefon iletişimleri, 112 acil telefon numarası üzerinden gerçekleştirilir. 112 aranıldığında sizden aşağıdaki bilgiler istenecektir:
1. Hastanın nerede olduğunu bildirin. Adres, sokak ve cadde ismi ve bulunmanızı kolaylaştıracak diğer bilgileri verin. Ayrıca hastanın bulunduğu yeri tam olarak bildirin (örneğin giriş katı).
2. Aradığınız telefonun numarasını ve isminizi bildirin. Bu 112′ye yapılan hatalı bildirimleri engelleyebileceği gibi, ek bilginin gerekli olduğu durumlarda geri aranabilmenizi de sağlar.
3. Ne olduğunu bildirin (örneğin bir işçi merdivenden düştü ve hareket etmiyor).
4. Kaç kişinin yardıma ihtiyacı olabileceğini bildirin (örneğin bir kamyondan yola sızan bir sıvı var).
5. Hastanın durumunu bildirin (örneğin kafasından kan akıyor) ve sizin o ana kadar yaptığınız müdahaleyi anlatın (örneğin kanayan bölgeye basınç uygulamak).
Karşı taraf kapatabileceğinizi söyleyene kadar kesinlikle telefonu kapatmayın. Bazı durumlarda size telefonda yapmanız gerekenler bildirilebilir, onları uygulayın. Eğer telefon eden siz değilseniz, telefonda konuşan kişinin durumu size bildirmesini sağlayın ve telefon edildiğinden emin olun.

ilkyardım
112′nin aranması gereken durumlar Eğer aşağıdaki soruların herhangi birine cevabınız evetse veya emin değilseniz acilen 122′yi aramanız gerekir:
• Hastanın durumu yaşamı tehdit edici mi?
• Hastanın durumu hastane yolunda daha da kötüleşip yaşamı tehdit edici hal alabilir mi?
• Hasta tıbbi donanım ve ekipman gerektiren bir durumda mı?
• hastaneye olan mesafe ve trafik şartları gecikmeye sebep olacak mı?
Aşağıdaki özel durumlar söz konusu olduğunda da 112 aranmalıdır:
• Bayılma
• Göğüs veya karın ağrıları veya basınç
• Ani baş dönmesi, güçsüzlük ve görüş bozuklukları
• Solunumda zorluk ve nefes darlığı
• Ciddi veya dirençli kusma
• Vücudun herhangi bir yerinde ani ve şiddetli ağrı
• intihara veya başkasına zarar vermeye yönelik duygular
• “0-15 dakika baskı uygulanmasına rağmen durmayan kanamalar
• Yaralanmayı takiben gelişen hareket ve duyu problemleri
• El veya yüzdeki kesikler
• Delici yaralanmalar
• Yaranın içinde cam veya metal gibi yabancı cisimlerin kalması olasılığı
• Hayvan ve insan ısırıkları
• Halüsinasyonlar ve düşünce bozuklukları
• Ateş ve baş ağrısıyla ilişkisi olan ense sertliği ı
• Küçük çocuklarda aşırı şişkin veya içeri çökük bıngıl
• Yüksek ateşe eşlik eden koma veya dengesiz davranışlar
• Kafa travmalarından sonra ortaya çıkan birbirine eşit büyüklükte olmayan göz bebekleri, bilinç kaybı, körlük, dengesizlik veya yineleyen kusmalar
1 Omurilik yaralanmaları 1 Ciddi yanıklar 1 Zehirlenmeler İlaçların doz aşımı
Bölüm 2: Acil Durumlarda Yapılması Gerekenler
► Yardım Etmek: Genellikle hayati değerde müdahaleler, durumu ilk farkeden kişi tarafından anında yapıldığında başarılı olur. Bu kişiler de genellikle görgü tanıklarıdır.
Leia Mais

İlkyardım Uygularken Hastalıklardan Korunma


Hastalık Bulaşımı

İlkyardım uygularken hastalık kapma risld çok düşüktür. Fakat eğer hastadan hava veya kan yoluyla size bulaşabilecek hastalıklardan kendinizi nasıl koruyacağınızı bilirseniz, bu risk daha da düşük olacaktır.

Kan Yoluyla Bulaşan Hastalıklar
Bazı hastalıklar, o hastalığı taşıyan insanların kanı yoluyla bulaşır. Hepatit B, C ve HIV virüsleri gibi hastalık etkenlerini taşıyan hastaların kanıyla temas etmek, o hastalığın size de bulaşmasına yol açabilir.


Hepatit, karaciğerde görülen viral bir enfeksiyondur. Hepatit B virüsü (HBV) ve hepatit C.vi-rüsleri (HCV), karaciğerde uzun dönemli ciddi rahatsızlıklar yaratabileceği gibi, karaciğer kanserine de yol açabilir. HBV’den korunmak için bir aşı mevcuttur fakat HCV için böyle bir aşı yoktur. Sağlık alanında çalışanların hepatit B aşısını yaptırması uygundur.

HIV (Human Immunodeficiency Virüs) kan yoluyla bulaşabilen ve dünyada yaygın bir ölüm sebebi olarak bilinen AİDS (acquired immunodefici-ency syndrome=kazanılmış bağışıklık sistemi yetersizliği) etkenidir. HIV enfeksiyonlarından koruyabilecek bir aşı yoktur.

Hava Yoluyla Bulaşan Hastalıklar

Öksürme, hapşırma gibi sebeplerle havaya geçen hastalık etkenleri, tüberküloz (TBVun da dahil olduğu pek çok hastalığa yol açabilir. TB, bir bakterinin sebep olduğu ve son yıllarda görülme sıklığı artmış bir akciğer enfeksiyonudur ve bazen ölüme dahi yol açabilir. Genellikle ilkyardım uygulayan kişi, hastanın tüberkülozlu olduğunu bilmeyecektir. Öksürüğü olan ve kalabalık yerlerde yaşayan herkesin tüberkülozlu olabileceğini varsayın. Diğer belirtiler, yorgunluk, kilo kaybı, göğüs ağrısı ve balgamda kan olmasıdır. Bu gibi durumlarda eğer cerrahi bir maske varsa onu kullanın, yoksa ağzınızı ve burnunuzu kapatacak şekilde bir mendil bağlayın.

Korunma

Çoğu durumda basit önlemler alınarak ve basit kurallara uyarak hastalık etkeni mikroorganizmaların vücuda girmesi engellenebilir. En sık uygulanan korunma yöntemi, eldiven takmaktır. Bütün ilkyardım çantalarında, eldiven mutlaka bulunmalıdır.

Acil Durumlarda Yapılması Gerekenler

Mümkün olan her durumda koruyucu eldiven giyin.

Bazı acil durumlarda gözler için koruyucu maske veya standart cerrahi maske gerekebilir ama genellikle ilkyardım uygulayacak kişilerin bu araçlara ihtiyacı olmayacaktır. Ağızdan ağıza suni solunum uygulaması durumunda, ağız bariyeri kullanılabilir ya da hastanın ağzına bir mendil veya örtü örtülerek, bu yolla bulaşabilecek hastalıklardan korunulabilir.

Herzaman tüm kan ve diğer vücut sıvılarının enfeksiyon bulaştırma riski olduğu akılda tutulmalıdır. Görülecek miktarda kan veya vücut sıvısı bulunmuyorsa bile kendinizi koruyun.

İlkyardım uygulayıcıları, aşağıdaki adımları takip ederek kendilerini ve de başkalarını hastalık bulaşması riskinden koruyabilirler:

Ağız bariyeri ile suni solunum uygulanması

1. Eldiven takın. Eğer eldiven yoksa ellerinize plastik torbalar geçirin ya da su geçirmez birşeyle ellerinizi sarın.

2. Etrafta kan veya enfeksiyon bulaştırabilecek başka şeyler varsa bunları da emici bir bezle temizleyin.

3. Eğer vücudunuzun herhangi biryerine bulaşan birşey varsa, uygun dezenfektan bir maddeyle o bölgeyi temizleyin.

4. Enfeksiyon bulaşmış olabilecek bütün malzemeleri kimseye zarar vermeyecek şekilde çöpe atın.

5. İlkyardım müdahalenizi tamamladıktan sonra, ellerinizi sabunla yıkayın.

6. Eğer herhangi birşekilde size enfeksiyon bulaşmış olabileceğini düşünüyorsanız, doktora başvurun.

Kurtarıcı Kişinin Tepkileri

Ciddi yaralanma veya hastalık durumlarında ilkyardım uygulamak stresli bir iştir, insan duygusal bir çöküş yaşayabilir ve bazen bu, post-travmatik stres bozukluğu olarak bilinen tabloya kadar varabilir. Başlıca belirtisi depresyon olan bu durumda profosyonel yardım alınması gerekebilir.
Leia Mais

Erkek ve Kadın Cinsel Organlarının Başlangıçtaki Benzerliği

KADIN VE ERKEKTE CİNSEL ORGAN KAVRAMI

İlk bakışta erkek ve kadının cinsel ya da üreme organ­larının birbirine hiç benzemediği, hatta aykırı oldukları sanılabilir. Ama, gerçekte bu organlar her iki cinste de aynı ilkel taslaktan çıkar. Tamamlandıktan sonra bile er­kek ve dişi üreme organları genel düzenlerinde birbirine eşittir.
Matematiksel olarak ters işaretli eşit uzunluklar söz konusudur. Birisi dışarıya, ötekiyse içeriye çevrilmiş iki eldiven parmağına benzetilebilir. Dişi cinsel organ gömü­lüdür, çünkü cinsel hücreleri almaya yönelmiştir. Buna karşılık erkek cinsel organ öne doğru çıkıktır, çünkü hüc­relerini vermekle görevlidir. Gene dişi cinsel organının gizli olmasına karşılık erkek cinsel organı açıkta ve görü­nür haldedir.
. Her iki cinste üreme organlarını oluşturan eleman­lar da birbirlerine benzemektedir. Her iki yanda cinsel hücreleri yapan iki bez sıralanmıştır. Bunlar erkekte husye (testis) ya da erbezleri, kadında ise yumurtalıklar­dır. Cinsel hücreleri iki boru taşımaktadır. Bunlar erkek­te meni ya da sperma yolları, kadında tubalar ya da fallop borusu adı verilen oluşumlardır. Bu kanallar cinsel hüc­releri vücudun tam ortasmdaki içi boş bir organa götü­rürler. Bu erkekte prostat, kadmdaysa rahim (uterus) ya da döl yatağıdır. Bu organ, gene orta çizgide olmak üzere, dışa doğru bir boru gönderir; bu boru cinsel hücrelere çıkış yeri görevinde olan kanaldır. Erkekte çok ince bir boru ve çok kaim bir çeperden yapılmıştır ve erkeklik or­ganı ya da penis adını alır. Buna karşılık kadında boru çok geniştir, çeperi incedir. Bu da vagina boşluğudur.
Kadın ve erkek cinsel organlarının dış kısımları da, ilk bakışta tersi düşünülse bile, birbirlerine benzemekte­dir.
Bir insanın ana rahimindeki hayatının ilk haftaları süresince, ileride kız mı erkek mi olacağını dıştan kestir­mek bütünüyle imkânsızdır. Cinsel organlar henüz, 3 bö­lüme ayrılan ortak bir ilkel taslak görünümündedir:
1 — Orta çizgideki cinsel yarık.
2 — Bu yarığın her iki yanını kapayan kıvrımlar.
3 — Üst ağızda, yani her iki kıvrımın üst birleşme yerinde bulunan çıkıntı, kabartı.
Erkeğin üreme organları bu ortak ilkel taslaktan şu şekilde ayrılır ve gelişirler: Cinsel yarık kapanır ama cinsel çıkıntı büyür ve gelişir. Cinsel kıvrımlar genişleye­rek torbaları yaparlar ve testisler karın boşluğundan bun­ların içkıe inerler.
Kadının üreme organları da benzer bir şekilde oluş­maktadır: Cinsel yarık açık kalmakta, oysa çıkıntının küçüklüğü aynı kalmaktadır. Açık kalan cinsel yarık va-ginanm oluşmasına yol açar. Cinsel kıvrımlar büyüyerek dudaklar adı verilen iki yastık gibi oluşuma dönüşürler. Kabartı bunlar arasında aşağı yukarı tam olarak kaybo­lur. Yalnız bir küçük çıkıntı kalır ki bu da, bızır (klito-ris) denen oluşumdur.
Cinsel organların cinsin korunmasını sağladığını, hem erkekte, hem de kadında, aynı olan vücudun öteki or­ganlarının tersine, değişik bir yapı ve şekillerinin olduğunu daha önce belirtmiştik. Zaten öteki organlar canlının ve onun hayat fonksiyonlarının devamına yararlar. Ama, bu ayırım görünüştedir. Üreme sisteminin öteki sistem­lerle arasında birçok ilişkiler kurduğunu gösteren geçiş ve değiş – tokuşlar vardır. Birisi olmadan öteki var olamaz. Her sistemin damar ve sinir ağı ayrıdır, ama bunlar ara­sında anatomik bağlar vardır; bir sistemde görülen hastalıklar ötekine de geçebilmektedir. Örneğin sindirim bozuklukları birçok bakımdan cinsel organların da fonksi­yonlarını bozabilir. Cinsel organların fonksiyonları da sindirim sistemini etkilendirmektedir.
Denebilir ki, insan canlısının cinsel faaliyeti, vücutta­ki öteki organlarla sabit ilişki halindedir. Yani, sonuç ola­rak normal cinsel faaliyetler, bütünüyle fiziksel sağlıkla dayanışma halindedir.
Normal cinsel faaliyet insanın yalnız fiziksel sağlı­ğına değil, aynı zamanda ruh sağlığına da bağlıdır. Halsiz düşmüş, acı çeken, meslek tasalarıyla çok fazla ezilmiş bir insan cinsel hayatında da dengeli olamaz ve farkında olmadan bunalımını özel hayatına da böylelikle aktarır.

Aslında dişi ve erkek cinsel organların yapılan arasında büyük bir benzerlik vardır:
Kadın Cinsel Organları:1 – Yumurtalık, 2 – Tuba, 3 – Rahim, 4. – Vagina.
Erkek Cinsel Organları : 1 – Testis, 2 – Sperma kor­donu, 3 – Prostat, 4 – Penis.

Başlangıçta her iki cinsin cinsel organı aynıdır (a). Cinsel çıkıntı cinsel yarık ve cinsel yastıklardan yapılmıştır. Sonra cinsler ayrılmaya başlar (b : er­kek, d: dişi). Gelişme sonunda, cinsel çıkıntı, ya­rık ve yastıklar erkekte penis, orta, çizgi ve torba­lar haline (c), kadında ise bızır, vagina girişi ve (büyük, küçük) dudaklar haline dönüşür.
Leia Mais

Kadınlarda Üretim Organları ve Üreme Fonksiyonu

KADINDA ÜRETİM ORGANLARI VE ÜREME FONKSİYONU

Erkekteki üreme organlarının ve onların fonksiyon­larının incelenmesine başlarken, her iki cinste, dış görü­nüş yönünden her ne kadar birbirlerine zıt gibi olsalar da, cinsel organların birbirine benzediğini ve uyduğunu belirtmiştik. Gerçekten kadın üretim cihazının taslağı, ana çizgileriyle erkeğin üretim cihazına uymaktadır.
Erkekte olduğu gibi burada da orta çizginin her iki yamna yerleşmiş iki üreme bezi vardır. Bu bezler yumur­talık adını alır. Bezler orta çizgiye doğru hortum ya da tubalar adıyla anılan iki yol gönderir. Orta çizgide birbi­rine yaklaşan her iki yol, sonuç olarak kaslardan zengin ve içi boş bir organa açılır. Bu organ, rahim ya da döl yatağı denen oluşumdur. Erkekle kadının cinsel birleşme­sinin meyvası olan yavrunun yerleştiği ve büyüdüğü ra­him, dış dünya ile ilişkisini kendisinden sonra gelen vajina aracılığıyla kurmaktadır.
Kadın ve erkek üreme organlarının arasında, ana taslakları yönünden benzerlik ve uygunluklar söz konu­suysa da, gene aralarında belirli farklılaşmaların olduğu bir gerçektir. Kadının üreme cihazı, özellikle durumu ve orantıları yönünden erkeğinkinden gözle görülür bir şe­kilde ayrılır. Üreme bezleri hem şekil, hem de büyüklük­çe birbiriyle uyuşur ama, erkeğin sperma yollarının uzun­luğuyla kadında tubaların uzunluğu birbirinden belirli ola­rak farklıdır. Erkekte testisler gövdenin dışında olduğu için sperma yollarının uzunluğu 25 santim kadardır. Oy­sa kadında tubaların uzunluğu bir parmağmkini geçmez.
Erkekte sperma yollarının açıldığı prostat ancak bir ceviz büyüklüğündedir. Buna karşılık kadında tubaların açıldığı rahim bir armut büyüklüğüne erişir. Erkekte, spermanın içinden geçtiği uretra çapının bir örgü şişi kalınlığında olmasına karşılık kadında vagina yani bir başka deyimle döl yatağı çok geniştir. Çünkü cinsel te­mas sırasında erkeklik organını içine alması ve çocuğun doğumu sırasında da onun geçişme uygun olması gerek­mektedir.
Erkek ve kadın üreme organlarının arasındaki oran­tı farklarından daha önemli bir konu vardır. Bu da du­rumlarının tersliğidir. Erkek üreme cihazı, kadınmkine girmek ve oraya üreme hücrelerini bırakmak amacıyla çıkıntılı bir şekilde oluşmuştur. Buna karşılık kadının üreme cihazı, erkeklik organını içine alabilmek ve sper-matozoidleri saklamak için oyuk olarak yapılmış bir or­gandır.
Sanki kadının üreme cihazı bir kalıp, erkeğinkiyse döküm olup biri ötekinin izini almıştır.

Anatomik özellikleri ve daha kolayca incelenmeleri yönünden kadının üreme organlarını birkaç bölüm şeklin­de sıralamak uygun olacaktır. Buna göre organlar şöyle ayrılabilir:

1 — Yumurtacığın yapıldığı yumurtalıklar.
2 — Yumurtacığı rahme götüren tubalar ya da follop boruları.
3 — Aşılanmış olan yumurtacığı büyüten rahim ya da döl yatağı.
4 — Kadında çiftleşme organı olan vagina ve vulva.

Bu saydığımız organlara, cinsel temas ve çocukla bü­yük çapta ilişkisi yönünden, memeleri de eklemek gerek­lidir.
Yumurtalıklar — Kadının üreme hücresi olan yumurtacığı yapan bezlere yumurtalık adı verilir. Yumurtalıklar, daha önce de belirttiğimiz gibi, erkekteki testislere uyan her iki gerçek döl verme organıdır. Bun­lar yumurtacık yapan organlar olduğu gibi, aynı zamanda birer içsalgı bezi fonksiyonunu da üzerlerine almıştır. İleride daha ayrıntılı olarak anlatacağımız bazı kadınlık hormonlarını yapma özellikleri de vardır.
Yumurtalıklar rahmin her iki yanında, tubalarm al­tında ve barsakları örten karın zarının iki kıvrımı için­de bulunur. Rahim gibi bunlar da birtakım bağlarla, çev­relerindeki başka organlara tutunmuştur. Şekil ve bo­yutları bir bademinkilere uyan yumurtalıkların uzunluk­ları 3 ile 5 santim, genişlikleri 1,8 santim ve kalınlıkları da 1,2 santim kadardır. Yanlardan basıktırlar ve büyük eksenleri hiç doğurmamış kadınlarda hemen hemen yere dikey durumdadır. Yumurtalıkların görünüşü de yaş ve fizyolojik durumlarla ilgili olarak değişiklik gösterir.
Yüzeyleri buluğ çağına kadar düzdür. Yaş ilerledik­çe, her ay bir yumurtacığın çevresindeki keseyi çatlatıp açığa çıkmasıyla birtakım çıkıntılar meydana gelir. Bu yüzden yumurtalıkların yüzeyi de pürtüklü bir şekil alır. Buna karşılık, âdetlerin kesilmesinden, yani artık yumurtacık yapımının durmasından sonra yumurtalıklar küçü­lür ve yüzeylerindeki pürtükler de kaybolarak düz bir gö­rünüm kazanırlar. Küçülmeyle ilgili olarak ağırlık da 6-8 gramdan yaşlılarda 1-2 grama kadar düşer.
Yumurtalıklar herhangi bir nedenle hastalandığında böbreklere vuran şiddetli ağrı duygusunu uyandırır. Ba-zan da yumurtalıktaki bir iltihap apandisit doğurabilmek­te ya da tam tersi, apandisitti bir kadında iltihap yumur­talığa geçebilmektedir. Çünkü sağ tarafta bu iki oluşu­mun birbirinden uzaklığı, birindeki iltihabı ötekine ge­çirebilecek kadar daha azdır.
Bir yumurtalığı ortadan yarıp kesitine mikroskop altında baktığımızda, çeşitli olgunlaşma devrelerinde birçok yumurta hücresi görürüz. Her yumurtalıkta yak­laşık olarak 30 000 ile 200 000 kadar yumurtacık bulun­maktadır.
Bunların, kız çocuğunun doğumu ile birlikte yumur­talıkta var olup olmadıkları tam olarak bilinmemektedir ve tartışma konusudur. Bazı anatomi bilginleri yumurta­cıkların sürekli olarak yenilenme şeklinde sonradan or­taya çıktığını ve başlangıçta olmadığını düşünmektedir. Ama, yumurtacıkların doğumdan başlamak üzere, anato­mik yönden olgunluğa erişmiş oldukları görüşü daha ak­la yakındır. Bu çağdan başlayarak sayılarının yavaş ya­vaş azaldığı söylenebilir.
Yumurtacık yuvarlak ve toplu iğne başından daha küçük bir hücredir. Çıplak gözle ayırdedilebilir. Yani, an­cak mikroskop altında ayırdedilip görülebilen erkek üre­me hücresinden daha büyüktür. Yumurtacıkta da spermatozoidde olduğu gibi, 24 tane kromozom bulunur. Bun­lar annenin özelliklerini, yapı karakterlerini çocuğa ta­şırlar. Yumurtacık yumurtalık içinde, içi sıvıyla dolu ince bir kabarcık içinde gelişir. Buna Graaf folikülü adı verilmektedir. Bu kabarcık yumurtalığın yüzeyinde bulu­nur. Bazan birkaç gün erken ya da geç olmakla birlikte, genellikle her 4 haftada bir kere, yumurtalıklardan bir tanesinde tam olarak olgunlaşmış bir yumurtacık vardır. Bu durum kadının iç cinsel organlarında çok önemli bir değişikliğe yol açmaktadır. Yumurtacık olgunluğa eriş­tiği zaman, toplanan sıvının yaptığı basınçla çeperi şişe­rek gerilmiş olan Graaf folikülü çatlar ve yırtılarak için­dekilerle birlikte yumurtacığı dışarı atar. Bu olaya yu­murtlama adı verilmektedir. İşte ileride daha geniş ola­rak anlatacağımız kadınlardaki âdet görme mekanizma­sında rol oynayan en önemli olaylardan biri de budur. Bu dönemde artık yumurtacığın kılıfı yoktur ve albüminli bir maddeyle beslenip korunmazsa ölecektir.
Gene ileride, âdet görme olayının anlatılışı sırasın­da açıklayacağımız bazı özel nedenler yüzünden, olgun yumurtacığın Graaf folikülünden atıldığı gün, kadın için önemli bir tarihtir. Bu gün hiçbir zaman mutlak bir şe­kilde önceden belirlenemez. Çünkü yumurtlama olayını birçok dış şart etkileyebilmektedir. Genellikle bu olayın, âdet kanamasının ilk gününden sonraki onbirinci ve ondördüncü günler arasında olduğu kabul edilmektedir.
Bazı kadınlar, yumurtlamanın içinde yer aldığı yu­murtalıkla ilgili olarak karnın alt kısımlarında, sağ ya da sol tarafta bir ağrı duyar. Tam yumurtlama sırasında ortaya çıkan bu ağrıya yumurtlama “krampı, adı verilmek­tedir.
Bütün bu anlattıklarımıza bakarsak, yumurtalıkların sanki iyi kapatılmış bir konserve kutusu gibi, çevrelerin­den bütünüyle ayrılmış olduğunu görürüz. Yumurtalığı terkedecek olan her yumurtacık, çevresinde bulunan deri kılıfı yırtmak ve yırtıktan dışarıya çıkmak zorunda­dır. Bunu da iyi bir şekilde başarır. Hiçbirimiz hayatımı­zın bu birinci döneminde, anamızın yumurtalığındaki bir yumurta hücresinden başka bir şey değiliz. Dünyadaki ilk hareketimiz, kapalı bir cezaevinden kaçmak isteyen in­sanlar gibi, aşağı yukarı bir suç olmaktadır. Oysa her tarafıyla kapalı olan yumurtalık anneliğin bir sembolü­dür. Sanki çocuklarını koruyucu bir dokuyla çevirip bı­rakmak istememe çabasındadır. Buna karşılık kaçan yu­murta hücresi de çocuğun ilk örneğidir. Hiçbir zaman yakalanacağını kabul etmez ve ananın çocuklarının çev­resine çektiği sevgi kılıfını delerek dünyaya doğru ka­çar.
Leia Mais

Fallop Boruları,Tubalar

Bedenin ortasında bulunan rahim, kaçan yumurta hücrelerini ya­kalamak amacıyla sağda ve solda iki boru şeklinde olu­şumu yumurtalıklara doğru uzatmıştır. Bunlar aşağı yu­karı 15 santim uzunluğunda ve 3-4 santim kalınlığında olan ve her iki tarafta yumurtalıkla komşu olarak başla­yıp rahmin alt köşelerinde sonlanan iki borudur. Yumur­talıklara doğru yaklaşan bu iki tüp, fırlayan yumurta­cığı kapabilmek için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Tubalar yumurtacığın rahim boşluğuna gitmek için izle­diği yol olmanın yanı sıra, çok kere yumurtacığın spermatozoidler tarafından aşılandığı yer görevini de üze­rine almıştır. Boru dışta kalınlaşarak ampul adını alan bir kısım meydana getirir. En dışta ise serbest uçlar bir huniyi ya da bir karanfili andırır şekilde açılır. Buraya düzensiz olarak kesilmiş 10-15 milimetre uzunluğunda, gene 10-15 kadar saçak yapışır. Saçakların bir kısmının kenarı düz, ötekilerin kenarıysa dantela görünümünde­dir. Gene burada, tubanm iç kısımlarında, ancak mikroskop altında bakıldığında görülebilen, çok küçük titreşici tüyler serpiştirilmiştir. Bu tüyler rüzgârda dalgalanan bîr başak tarlasını andırılar ve onların bu hareketiyle yu­murta Fallop borusu içinde rahme doğru itilir.
Eskiden, Graaf folikülünün çatlaması sırasında tubanın iç ağzının yumurtacığı almak için yumurtalık üzerine konduğu düşünülürdü. Tekniğin ilerlemesiyle bu olayın filme alınması başarılmıştır. Artık durumun böyle olma­dığı bugün için bilinmektedir. Yumurtacık tuba içinde yolunu kendi kendine bulmaktadır. Daha kesinlikle bilin­meyen bazı kimyasal olaylann buna katkıda bulunmalan mümkündür.
Yumurtalıktan çıktığı sırada insan yumurtası, çıp­lak gözle ancak görülebilen bir toz parçası büyüklüğün-dedir. Bu insana çok küçükmüş gibi gözükmektedir Ama, gerçekte yumurtacık insan vücudunun en büyük hücresidir. Spermatozoidden binlerce kere daha büyüktür.
Yumurtacık tuba içindeki seyahati sırasında erkeğin üreme hücrelerinin gelmesini beklemektedir. Eğer bu se­yahatin başmda bir cinsel temas olursa, yumurtacık yolu­nun yarısında spermatozoidlere rastlar ve döllenir. Çoğun­lukla döllenme olayının tubalar içinde gerçekleştiğini da­ha önce de belirtmiştik. Ama, döllensin ya da döllenmesin, bekleme süresi bittiğinde, yani yumurtacık tuba içindeki yolunu tamamladığında, rahme gelir. Döllenmişse rah­min mukozasına yerleşerek gelişir. Döllenmemişse, daha sonra anlatacağımız âdet kanamasıyla birlikte, rahmin yüzeyel kısımlarım da sürükleyerek de dışarı atılır. Çünkü bu olaylar sırasında rahim, cinsel hormonların da etkisiyle, döllenmiş yumurtacığın gelip yerleşmesi ve büyümesi için gerekli bütün hazırlıkları tamamlamıştır. Yumurtacık oraya geldiğinde kendisi için yeni yedekleri bulmaktadır. Ar­tık rahmin çeperine yuvasını yapabilecek durumdadır. Ama, döllenmemişse, yalnızca bu iş için hazırlanan mukozo da gereksiz olur. Yani âdet kanaması, gebelik için yapıl­mış olan bütün hazırlıkların birlikte dışarı atılması olayı­dır.
Leia Mais

Dış Gebelik,Tuba Gebeliği

Bazı kereler, döllenen yumurta rahme kadar gelememekte ve tubaların mukozasına tutunup kalmaktadır. Örneğin tubalardaki bir hastalık, yumurtacığın rahme doğru in­mesini engeller. Yumurtacığın tuba mukozasına yerleşerek büyümesi olayı, tuba gebeliği ya da dış gebelik adı verilen anormal bir durumdur, yani bir hastalık halidir. Bu durumun kadın için çok tehlikeli olduğu ortadadır. Çün­kü tuba dar bir borudur ve çeperi de incedir. Bu nedenle tohumu ancak bir armut büyüklüğüne gelecek kadar da barındırabilir. Daha büyüdüğünde, genişlemiş olan tuba çat­lar ve kopar. Tohum yırtılan yerden çıkarak karın boşluğu­na düşer. Bazı kere yırtık yarası kendi kendine iyileşerek kapanır. Böyle durumlarda, kökünden ayrılmış olan to­hum, karın boşluğu içinde bir çeşit iç emilmeye uğraya­rak ölmektedir. Ama, sıklıkla, yırtılan yer kadının haya­tını tehlikeye sokacak derecede çok kanamaktadır. Çün­kü yırtılma sırasında, burada bulunan önemli kan da­marları da birlikte yırtılırlar. Kanın sürekli olarak karın boşluğuna akması şeklindeki iç kanama, çabucak bir cer­rahî müdahale yapılarak önlenmezse, kadının kurtulma şansı olmamakta ve kanamaya dayanamayarak ölmekte­dir.
Eğer döllenmeden 6-12 hafta kadar bir zaman sonra karnın alt kısımlarında şiddetli ağrılar olursa ve bu ağ­rılarla birlikte düzensiz kan kayıpları görülürse, bunla­rın yanı sıra kadında yorgunluk, güçsüzlük nöbetleri hat­ta bayılmalar ortaya çıkarsa bir hekime başvurulmalı­dır. Çünkü böyle durumlarda bir dış gebeliğin varlığını düşünmek ve incelemeyi bu yönde derinleştirerek erken­den müdahale etmek gerekir.
Leia Mais

Rahim Döl Yatağı ya da Uterus

Rahim, erkekteki prostat gibi içi boş, duvarları kaim ve kasıla­bilen bir organdır. Aşılanmış yumurtacığı içinde büyüten bu organdır. Önden arkaya basık ve tabam yukarıya, ke­sik tepesi ise aşağıya doğru olan bir koni şeklindedir. Böy­lece yassılaşmış bir armut ya da gene önden arkaya ba­sık bir bal kabağına benzetilebilir. Rahim arkadan, barsağın %on kısmı olan rektumla, önden de sidik torbasıyla komşuluk eder. Ortasının biraz altında bulunan bir darlık rahmi iki bölüme ayırır. Bunlardan birisi yukarıda kalan gövde, ötekisi de aşağıdaki boyun parçasıdır. En alt kat­ta rahmin vaginaya doğru ilerleyen vagina ağz% yer alır. Daha doğurmamış olan kadınlarda bu ağzın kenarları gam­ze şeklindedir. Âdet görme zamanlarında hafifçe açılırlar. Doğum yapmış olan kadınlarda bu dudaklar tam olarak açılır. Vakaların büyük bir kısmında, doğum sırasında ortaya çıkan yırtıklara da rastlanmaktadır.
Gebelik geçirmemiş olan erişkin kadınlarda rahmin uzunluğu 5, 5-6 santimdir. Bunun 3 santimi gövde, 2,5 san­timi boyun ve 0,5 santimi de darlık içindir. Gövde parçası­nın genişliği 4 santim, boyun parçasmmki ise 2,5 santim olup kalınlık her tarafta aynı olmak üzere ortalama 2,5-3 santim kadardır. Çok doğum yapmış kadınlarda uzunluk 6,5-7 santime erişebilir. Bunun da 5 santimi gövde için, 2 santimi boyun içindir. Ağırlığı 40-50 gram olan rahim, gene doğurmuş olan kadınlarda 60-70 grama kadar çık-, maktadır.
Yukarıda sözünü ettiğimiz ve vagina parçası adını alan rahmin vaginaya bakan parçası, vagina duvarından de­ğirmi şeklinde bir çıkmazla yarılır. Bu çıkmaz, ön, arka ve iki yan çıkmazlar olarak 4 bölümden yapılıdır. Arkada bu­lunan çıkmaz ötekilerden daha derin olduğundan, vagina çıkmazı dendiğinde genellikle arka çıkmaz anlaşılır.
Rahim boyun parçasına doğru daraldığından, iç boş­luğu üçgen şeklinde olan bir organdır. Üçgenin en dar yeri boyun parçasmdadır. Buradan başlayarak genişler. Rahmin iç çepeleri mukozayla örtülü olup birbirine ha­fifçe değer. Bu nedenle, rahim boşluğu varlığı kabul edilen ama, görünüşte olmayan bir boşluktur. Ancak çeper­ler ayrıldığında boşluk görünür hale gelmektedir.
Boyun kanalının rahme açılan kısmına iç ağız, vagi-naya açılan kısmmaysa dış ağız adı verilir. Ama, tabiat, vaginadan uterus boşluğuna geçişi engellemektedir. Ra­him, içinde gelişen çocuğu her çeşit yasak dış müdahale­lerden korumaya çalışır. Bu nedenle iç ağız yalnız dar değil, aynı zamanda son derece duyarlıdır. Her dokunma, tıpkı nefes borusunun gerisinde gırtlağa dokunulduğunda olduğu gibi, şiddetli ağrı duyumu doğurur. İçeri girmek için yapılan sert denemeler yırtıklara sebep olabilmekte, gene bu denemeler sırasmda çoğu zaman öldürücü yaralar açılabilmektedir.
Buna karşılık rahmin dış ağzı aşağı yukarı tama­men duyarsızdır. Burada da, çocuğun geçişi sırasında son­radan iyileşen yırtıklar olmaktadır. Bu yaralar hekime ka­dının daha önceden bir ya da birden çok doğum yaptığını gösteren belirtilerdir.
Rahmin boyun parçasının mukozası yapışkan bir sı­vı salgılamaktadır. Vagina ağzı, bu salgının meydana ge­tirdiği sümüksü bir tıkaçla kapatılmıştır. Bu tıkaç, cinsel temas ya da âdet kanaması sırasında kolaylıkla itilebilir.

İşte spermatozoidlerin rahme serbestçe girebilmesi ancak bu şekilde olur. Sperma cinsel temastan sonra va-ginadan rahme boyun kanalı aracılığıyla geçer. Bu şekil­de boyun kanalının gebelikle ilgili her çeşit olayda büyük önemi ve katkısı olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bütünüyle genişleyebilen kaslardan yapılı organ, ge­belik sırasında normaldeki büyüklüğünün birçok misline erişmektedir. Gene bu sırada kas liflerinin de büyümesi, gelişmesi söz konusudur. Normal durumda rahim leğen boşluğunun ortasında bulunur. Aynı zamanda öne doğru hafifçe eğiktir. Rahim vücudun öteki bölgelerine çeşitli elastik bağlarla asılmıştır. Bu bağlar ona büyük bir hare­ket yeteneği ve serbestliği sağlar. Dolu bir barsak rahmi öne doğru itebilir. Gene dolu bir sidik torbası onu arka­ya itmektedir. Aynı şekilde organ, kendi özel ağırlığıyla, ya da üzerinde bulunan barsakların basıncıyla aşağıya doğru inebilmektedir. Bağlar her gerili olduğunda ağrı duyumu uyandırırlar. Bu gerilme arkaya doğru olduğunda rahmin bu şekildeki bir yer değiştirmesi bir böbrek ağ­rısını andırabilir. Gene bu şekildeki bir yer değiştirme bazan siyatik sinirine basınçla bir siyatik ağrısını ortaya çı­karmaktadır.
Doğumlardan ya da düşüklerden sonra karın gevşe­mektedir. İşte rahmin aşıcı bağları ya doğuştan gevşek ol­duğunda, ya da sonradan bu gibi nedenlerle salmdığında bazı kötü sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Gerçekte, sağlıklı bir kadında esnek bağlar ve apış arası kasları son derece dirençlidir ve rahim her zaman için eski yerine dönebilir. Ama, yukarıda belirttiğimiz nedenlerle bağların salınması­na apış arası kaslarının esnekliğini kaybetmesi de eklenir­se rahim sürekli olarak aşağıya itilir. İşte rahmin boyun parçasının vajinanın ağzında gözüktüğü durumlarda bir rahim fıtıklaşması ya da prolapsusundan söz edilir.
Bazı kadınlarda rahmin arkaya doğru dönük oldu­ğu görülür. Bu durum fıtıklaşmadan daha sık rastla­nan bir sapma şeklidir ve ilerideki bölümlerde ayrıntılı ola­rak incelenecektir. Rahmin arkaya dönmesi gerçek anlam­da bir hastalık değildir. Tıpkı düztabanlık gibi doğuştan olan bir anormalliktir ve aşağı yukan kadınların yirmide birinde görülmektedir. Genellikle bir sakınca doğurmaması yüzünden ne hekim ne de kadın bu durumu çok önemse­mez. Bütün vakaların ancak % 25 kadarında bazı bozuk­luklara rastlanabilir ki onları da şöyle sıralayabiliriz:
1 — Âdet görme ve âdet kanaması sırasındaki bozuk­luklar.
2 — Cinsel temasa engel olma.
3 — Bazı kadınlarda meslek çalışmalarını köstekleme.
4 — Kadının sürekli düşük yapmasına ya da çocuk yapamamasma, yani kısırlığa sebep olma, v.b.
İşte bu gibi durumlarda bir kadın hastalıkları hekimi­nin müdahalesi gerekmektedir. Genellikle zararsız ve ağ­rısız olan arkaya dönme, ancak kadınların yirmide birin­de olduğu ve onun da dörtte birinde bozukluklara sebep olduğu göz önüne alınırsa çok ender rastlandığı halde, gene de gerek kadınların, gerekse hekimlerin sıklıkla ka­bahati yükledikleri bir durumdur. Kadın hastalıklarıyla ilgili birçok durumlar ona bağlanmak istenir. Bütün bun­ların sonucunda, kadın hastalıkları hekimlerince arkaya dönme vakalarının çok sık olarak «tedavi edildiği» ve gene çok sıklıkla cerrahî yollar kullanarak «düzeltildiği» gö­rülmektedir. Arkaya dönük bir rahmi düzeltmeye yönel­miş ameliyatların belki yarısı, hatta belki de yarısından ço­ğu aslında gerekli ve kadın için yararlı değildir.
Rahmi dönük olan bir kadının çok güç gebe kalacağı, hatta hiç kalamayacağı fikri hekimler arasında bile yayıl­mıştır. Dönüklüğün döllenmeyi güçleştirdiği doğru olabi­lir ama, ileri derecede dönüklüklere rağmen birçok çocu­ğun doğabilmesi bu düşüncenin doğru olmadığını ortaya koymaktadır. Bu yüzden, hiçbir zaman hekim bir kadına kesinlikle «Sakınmanız gerekmez, rahminiz dönüktür, çocuğunuz olmayacaktır» şeklinde konuşmamalıdır.

Rahmin gövde parçasının iç yüzünü döşeyen mukoza­da salgı bezi yoktur. Normalde, rahim mukozasını kaypaklaştıran grimtırak renkte ve alkali sıvı, önemsiz bir kan sızıntısının sonucudur. Ama, bazı tahrişlerin etkisi altında bu sıvı bollaşmakta ve kadının üreme yollarındaki bir ta­kım akıntılara yol açmaktadır. Buna karşılık rahmin bo­yun parçasında çok sayıda salgı bezi vardır. Bunlar nor­malde, beyazımsı, yapışkan ve alkali bir sıvı salgılar. Bu salgı burun saîgısıyla benzerlik gösterir. Gene normal bu­runda olduğu gibi, normal bir rahimde de boyun parçası­nın salgıladığı sıvı ancak çeperi ıslatacak ve rahmin vajina ağzını bir tıkaçla kapatacak kadar azdır.
Hastalık hallerinde boyun kısmındaki bezlerin salgısı belirli bir şekilde artar ve sanki bir dere gibi vaginadan dı­şarı akmaya başlar. Üreme yollarının bu akıntıları da bu­rundaki gibi bir nezle halinden başka bir şey değildir. Vajinasından bu şekilde bir parça sümüksü madde gelen genç bir kızın ürkmemesi gerekir. Örneğin cinsel uyarılma sıra­sında, âdet kanamasından önce ve kanamanın bitişinden hemen sonra ya da üşümelerden ve soğuk banyolardan son­ra görülen böyle hafif akmülar normal kabul edilmelidir.
Buna karşılık bol miktarda gelen ve uzun süre dinme­yen akıntılar da vardır. Bunlar kadın hastalıkları hekimi­nin muayenesini zorunlu kılan birtakım hastalık durumla­rını belirtir. Genellikle akıntıların nedeni çok önemli olma­makta ve tedavileri de oldukça kolaylıkla yapılabilmekte­dir. Ama, böyle bir yakınması olan kadın hekime başvur­makta ne kadar gecikirse, başlangıçta basit görünen has­talık da o derece direnç kazanır. Kadınların çoğunda bu akıntının bir kanserin sonucunda ortaya çıktığı korkusu yerleşmektedir. Hatta hekimin muayeneden sonra böyle bir durumun olmadığını kesinlikle belirtmesi bile kadını bazan rahatlatmaya yetmemektedir. Gene bazı kadınlar, ken­di kendilerine koydukları teşhisin muayeneden sonra ke­sinleşeceği korkusuyla uzun süre bir hekime başvurmak tan kaçınır.
Akıntıyla birlikte görülme oranı yüksek olan bazı du­rumlar vardır. Örneğin kansızlıklar, uzun süren kabızlık halleri, tek basma yaşama ya da aşırı spor yapma gibi du­rumlar bunlardandır. Böyle akıntıların her zaman için bir estetik sorunu ortaya çıkaracağı ortadadır. Hekim, ilk ba­kışta son derece istek uyandırıcı birçok genç kız ya da genç kadının, hayatlarını akıntılarla sürdürdüğüne şaşırmaktan kendini alamaz. Çünkü bu hastalık hali, normal bir sağlık ve estetik anlayışına sahip olan her kadm için gerçekten çekilmesi, sürdürülmesi güç bir durumdur. Ayrıca bu akın­tılar yüzünden kadının dikkati de sürekli olarak cinsel sorunlar üzerine çekilmekte ve kadın kendini «sağlam ve sağlıklı» kadınlardan daha aşağı görmektedir. Bütün bun­ların sonucunda kadm kendini, genel tutumuna, davranış­larına ve moraline zararlı olan birtakım aşağılık duygula­rına kaptırmakta ve bîr daha bunlardan kurtulâmamakta-dır. Vücudundan yayılan kötü koku yüzünden çekingen, sert ve hırçın bir kadın kimliğine bürünür. Spor çalışmala­rı sırasında, herhangi bir oyun oynarken ya da dans eder­ken hep işin ortaya çıkacağından ve başkaları. tarafından kınanacağından, onlar karşısında küçüleceğinden korkar.
Ama, asıl yıkımlar, hastalıklı organın aşk oyunların­da yer aldığı sırada açığa çıkmaktadır. Aile içinde geçim­sizliğe yol açan birçok anlaşmazlıklar olduğu bir gerçek­tir. Ama, gene çok sayıda aile trajedisi de ilk aşk saatlerin­de başlar. Erkek, günlerce, aylarca düşlerinde gördüğü, ha­yallerinde yaşattığı güzel, istek uyandıran bir kadın yeri­ne karşısında kötü kokulu bir akıntısı olan kadını bulduğunda bütün hayalleri bir anda çoğunlukla yıkılır. Çünkü uzun süre­dir kendisini hazırladığı ilk birleşme, tanrısal zevkler ye­rine kötü kokularla başlamaktadır. İşte yalnız bu örnek kadının böyle bir durumda, bütün korku ve şüphelerini bir yana bırakarak, hemen bir kadın hastalıkları hekimine başvurmasının zorunluluğunu ortaya koymaktadır.
Leia Mais

Vajina,Vagina

Vagina, barsak ya da hortum şeklinde olan ve kadının iç cinsel organlarını dıştakilere birleşti­ren uzunca bir kanaldır. Rahmin boyun parçasından vulvaya kadar uzanır. Vagina, aybaşı kanının geçtiği gibi, doğum sırasında çocuğun da geçtiği, çok genişleyebilen bir yoldur. Ama, asıl rolü, çiftleşme sırasında erkeklik or­ganını içerisine almaktır.
Vagina dışta kızlık zarı, ya da bunun kalıntılarıyla sınırlanmıştır. Öteki uçtaysa, kendisini sanki bir tıpa gi­bi üsten tıkayan rahmin yuvarlak boynuyla sınırlanır. Ra­him boynunun üzerinde bir çıkmaz yaparak devam eden üst kısmına vagina tavanı adı verilir.
Vagina mukoza ve kastan yapılı bir yol olup önden arkaya yassıdır. Boş olduğunda duvarlar birbirine bitişir. İç çeperleri düz olmayıp pürtüklüdür. Bu da vaginaya, er­keklik organını cinsel birleşme sırasında tutmayı ve uya­rıcı oğuşturmalar yapma yeteneğini sağlar, Kadın yaşlan­dıkça pürtükler kaybolur ve vagina iç duvarları düzleşir.
Vaginanın yaşlılıkla bu şekilde bir gelişme göstermesi, onun cinsel açıdan değerini büyük ölçüde azaltmaktadır.
Vagina ile rahim arasında 90-110 derecelik bir açı vardır. Uzunluk rahmin durumuna göre değişiklik göste­rir. Rahim aşağıda olduğunda kısalıp, yukarıdayken uza­makla birlikte, vaginanın ortalama uzunluğu 8 santim ka­dardır. Bununla birlikte, 15 santim uzunluğunda vaginalar olduğu gibi, tam tersine 4-5 santim uzunluğa ancak vara­bilen kısa vajinalar da vardır.
Kısa vaginalarda çiftleşme işleminin çok güç olacağı ortadadır. Bir de vaginanm dar olması söz konusudur. Sık­lıkla kadınlar, vaginaları çok dar olduğundan kocalarıyla cinsel temasın güç ya da imkânsız olduğundan yakınırlar. Böyle durumlarda genellikle doğuştan var olan bir engel söz konusu değildir. Vajina kanalı, daha önce de belirttiği­miz gibi. pratik olarak çok genişleyebilir. Hatta alışılma­mış boyutlarda bir erkeklik organını bile kolaylıkla içine alabilmektedir. Ama, vagina çeperinde yabancı cisimlerin yaptığı yaralar, kimyasal bir maddeyle meydana gelen ya­nıklar, güç bir doğum ya da vagina difterisi gibi geçiril­miş bazı hastalıkların kalıntıları yüzünden vagina çok da­ralmış olabilir. Yolun esnekliği en iyi şekilde doğum sıra­sında ortaya çıkar. Çünkü genellikle çocuğun başı vajinanın çeperini yırtmadan geçmektedir. Vaginanın genişle­meye en az elverişli olan bölümü, vulvaya açılan ağzıdır. Bu yüzden doğumda, baş çıktığı sırada burada yırtıklar olabilir.
Kadın cinsel organlarının birçoğunda olduğu gibi, va­jina çeperi de, hepsi birden 4 ile 5 milimetreye ulaşan 3 tabakadan yapılmıştır; iç çeper dar bir kas lifleri ağıyla örtülüdür ve bol miktarda kanlanan ince bir mukoza katı­dır. Bu kat cinsel temas sırasında şişer ve bir anlamda vajinanın sertleşmesini sağlar. Kanla dolu damarlar vajinayı daraltarak, çeperinin erkeklik organını sıkıştırmasına sebep olurlar. Bu şekilde, erkeklik organının duyarlı böl­geleriyle vagina çeperi arasında yakın bir ilişki kurul­muş olur. Vagina çeperini örten bir başka tabaka da, da­yanıklı ve çok kıvrımlı bir mukozadan yapılıdır. Bu kıv­rımlar aracılığıyla vagina bir akordeon gibi gerilebilmektedir. Ayrıca, gene bu zar içinde birtakım girinti ve çıkın­tılar vardır. Bunlar, daha önce de belirttiğimiz gibi, cin­sel temas sırasında, uyartının artmasına katkıda bulunur­lar.
Vagina boşluğunun pembe, nemli ve sıcak olan çeper­leri bir sıvı salgılamaktadır. Bu sıvı süte benzeyen ve ya­pışkan olmayan ya da biraz berrak bir nişasta zamkını an­dıran bir salgıdır. Ağızdan ve barsaktan salgılanan sıvı­larda olduğu gibi bunda da belirli mikroplar bulunur. Bu mikroplardan bazıları laktik aside benzeyen bir asit mey­dana getirir. İşte bu nedenle, öteki cinsel salgılara karşı­lık, vajina salgısı, kimyasal yönden asit niteliğini taşımak­tadır. Bu asit, hastalık yapıcı mikropların içeriye girmesini engellemek ve vaginayı onlardan korumak görevini yerine getirir. Kötü kokulu akıntılar, her zaman için vajina sal­gısının bozulmasının bir sonucudur. Yani hastalık yapan mikropların koruma araçlarını yendiğini bize gösterir.
Vajinanın ağız kısmının en az genişleyebilen yer ol­duğunu belirtmiştik. Burası zaten vajinanın öteki kısımla­rından daha dar olarak yapılmıştır. Böylece, cinsel temas sırasında içeri sokulan sperma kolayca dışarı çıkamaz. Bu durum, döllenme olayında çok önemlidir. Oysa vagina yukarı doğru genişlemekte ve vagina tavanında en geniş çapına erişmektedir. Ejakülasyon sırasında sperma genellikle bu bölgeye yönelir. Bu yüzden buraya aynı zamanda tohum toplanma yeri adı da verilir.
Alt ucunda vaginanın daraldığını söylemiştik. Bura­da mukoza, açıklığı daraltan ve tıpkı lastik bir boru gibi erkeklik organmı kavrayan küçük kaslarla kuvvetlendiril­miştir. Bu da erkeğin cinsel temas sırasında tat alma du­yumlarını arttırır. Buna kadının, gene cinsel birleşme sırasında istemli bir şekilde kaslarını sıktığını da eklemek ge­rekir. Bütün bunların, yani kasılma yeteneklerinin, çift­leşme tekniğinde büyük önemi vardır.
Leia Mais

Kızlık Zarı ,Himen

Vajinanın vulvaya açıldığı delik genç kızlardan bir mukoza kıvrımıyla da­ralmıştır. Bu kıvrıma kızlık zarı ya da himen adı verilir. Bakirelerde vajinayı dışa karşı kısmen kapatan bu zar, açıklığı ancak muayene sırasında vaginaya girişe izin ve­ren, yarım ay şeklinde bir oluşumdur. Kızlık zarının görü­nüşü yarımaydan başka şekillerde de olabilmektedir, Örne­ğin halka şeklinde, her iki yan dudağa ayrılmış bir halde, bir elek gibi delikli, kenarları dişli ya da saçak saçak ola­bilir. Hatta bir de, vajinanın alt ucunu tam olarak kapa­tan kızlık zarı şekli vardır. Burada âdet görme sırasında kan dışarı boşalamayacağından vajinanın içinde kan biri­kimi olmaktadır. O zaman küçük bir cerrahî müdahale ile kızlık zarını yarmak ve toplanan kanı boşaltmak gere­kir.
Kızlık zarının kalınlığında da farklar vardır. Genel ola­rak kalınlık 0,1 milimetreden 2 milimetreye kadar deği­şir. Bu ölçünün üst sınırı özellikle, zamanla ince deri kıv­rımının bağ dokusuna değiştiği ve kalınlaştığı yaşlı baki­relerde bulunur. Ama, gençlik çağlarında da, cinsel ilişkile­re izin verebilmesi için kaldırılması gereken kalın ve etli kızlık zarlarına rastlanmaktadır.
Yukarıdan beri anlattıklarımızın ışığı altında kızlık zarını, bazı şişe kapaklarının içine konulan lastik halka­lara benzetebiliriz. Eğer dilimizi üst dudağımızın iç kıs­mında gezdirirsek, ortada bir mukoza kıvrımına doku­nur, îşte kızlık zarının kıvamı da aynıdır.
Gerçekte kızlık zarı, anatomik yönden anlamsız bir mukoza kıvrımıdır. Ama, kültürel anlamı önemlidir. Genel­likle erkeğin yetindiği, kadında namusluk kavramını yapan ve gözle görülüp elle tutulan bir belirtidir. Çünkü normal­de ancak iyice yağlanmış bir küçük parmak, o da ölçülü davranmak şartıyla kızlık zarını yırtmadan bir bakirenin vajinasına girebilir. Buna karşılık, küçük parmaktan çok kalın olan erkeklik organı vaginaya girmeyi denerken, hemen her zaman kızlık zarını yırtacaktır.
Normal kızlık zarı, ilk cinsel temas sırasında yırtıla­rak birtakım parçalara ayrılır. Parçalara ayrılma, bir tok­mağın deldiği davul zarının yırtılması gibidir. Bu olaya kızlığın bozulması adı verilir. Yırtıklar daha çok önden baş­layarak arkaya doğru olmaktadır. Zar bir kan damarıyla beslendiğinden, yırtılmasına her zaman için küçük bir ka­nama eşlik eder. Doğum sırasında yarıklar derinleşir, par­çalar da kaybolarak yerinde düzensiz birtakım kabarcıklar kalır. Bunlara himen artıkları adı da verilir.
Evlilikte ilk gecenin heyecanını veren en büyük fak­törlerden biri, belki de en büyüğü kızlığın bozulmasıdır. Genç kızlığına veda eden kadında aynı zamanda birçok fizik ve moral değişiklikler de ortaya çıkmaktadır.
Leia Mais

Vulva

Kadında dış üretim organlarına bütünüyle vulva adı verilir. Vulvayı meydana getiren oluşumlar bü­yük ve küçük dudaklar olup bunların arasındaki yarık içinde bulunan katılaşıcı bir organ ya da bızır, uretra yolunun dış ağzı ve bir de daha önce söz ettiğimiz genç kızlardaki kızlık zarıdır.
Leia Mais

Vajinanın Büyük Dudakları

Büyük Dudaklar — Vajinanın girişi açıkta olmayıp iki çift deri kıvrımıyla çevrilmiş ve gizlenmiştir. Küçük dudaklar adını alan pembe iç kıvrımlardan daha son­ra söz edilecektir. Normal deri renginde ve kıllı olan dış kıvrımlara ya da yastıklara büyük dudaklar denir. Evrim yönünden büyük dudaklar erkekteki torbalara uyar. Du­daklar da, torbalar gibi erkekte yapışık, kadındaysa yal­nızca birbirine değen iki deri kıvrımından yapılıdır. Torba­ların tersine büyük dudaklar çok geniş olarak damarlanmıştır. Dudaklar dışta deri ve kıllarla örtülü, yağ dolu­sundan” zengin bir yapıdadır. İçeriye doğru deri incelir ve birçok yağ bezciğiyle örtülür.
Büyük dudaklar yukarıda Venüs tepesi de denen bir kabarıklığı yapmak üzere birleşir. Burası üçgen şek­linde, biraz kabarık, gene yağ ve kıllarla doludur. Bü­yük dudakların boyutları ve şekli genellikle alttaki yağ tabakasıyla ilgilidir ve yaşa, şişmanlık ve zayıflığa gö­re değişiklik gösterir. Genellikle aralarından küçük du­daklar görünürse de çocuklarda ve genç kızlarda kalın ve dolgundur. Serbest kenarları neredeyse birbirine bi­tişir. Oysa bir doğumdan sonra, yaş ilerledikçe ya da zayıf kadınlarda ince, gevşek ve sarkıktır, Birbirine bi­tişmeyerek açılır ve vajinayı artık sıkıca böylelikle kapatamaz.
Leia Mais

Free Automatic Backlink
Photo blog blogs
Bedava Hit Siteler