Sayfalar

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Adet Kesilmesi ya da Yaş Dönümü ,Menopoz


Yaş dönümü ya da âdet kesilmesi (Menopoz) — Kadın yaşlandığında yumurtacık ya­pılması, âdet kanaması yavaş yavaş kesilir. îşte bu döne­me âdet kesilmesi, yaş dönümü ya da menopoz adı verilir. Hımlı bölgelerde âdet kesilmesi kendini genellikle 45 ile 60 ıncı yaşlar arasında gösterir. Âdetler birdenbire ve kötü sonuçlar doğurmadan bitebildiği gibi, birtakım bo­zukluklar da görülebilir. Kadınların büyük çoğunluğun­da yaş dönümü âdet kanamasının azalması, keyifsiz­lik, sıcak basmaları, çarpıntılar, terlemeler, huzursuzluk ve daha ender olarak da bir akıl hastalığını düşündüre­cek ruhsal bozukluklarla belirir.


Bir kadın bunlardan ger­çek anlamda pek sıkıntı duymaz. Genellikle sıkıntının büyüklüğü, kadının âdet kesilmesine ruhsal yönden hazır olup olmamasıyla ilgilidir. Kendine acınmasını istemeyen ve hastalanacak zamanı olmayan bir kadın, hayatın öte­ki güçlüklerine uyduğu gibi, yaş dönümünün küçük ku­surlarına da uymayı başarır. Bunun için olayları iyi ta­nımak ve zamanında hazırlanmak yeterlidir. Madem ki bu her kadının kaderidir, bilgisi olan ve gençler dünyasın­dan ayrılacağını önceden bilen bir kadını âdet kesilmesi çok etkilemeyecektir. Yuvasına ve ailesine bağlı bir insan olarak bugünkü ve gelecekteki varlığından yararlanma­sını bilecek ve hayatın tadını çıkaracaktır.

Âdet kesilmesinin özelliklerinden haberdar olan er­kek, bu geçişin ufak tefek farklarına alışacaktır. Yaş dönümünün yalnızca fiziksel değil, ruhsal güçlükler de getirdiğini unutmamalıdır. Hayatın bu akışına, seven ve karısına bağlı bir kocadan daha iyi hekim düşünülemez.

Leia Mais

Kadında Üreme Organlarının Yer Değiştirmesi


KADINDA ÜRÜME ORGANLARININ YER DEĞİŞTİRMESİ

Karın boşluğunu dolduran organlar üstte diyafram, önde karın zarı ve altta da leğen tabanıyla çevrilidir. Bu organlar birtakım aşıcı bağlarla normal yerlerinde az çok sabitleştirilmiştir. Aralarında hiçbir boşluk yok­tur ve hepsi birbirine yapışıktır. Böylece sanki karşılık­lı olarak birbirinin yükünü kaldırmış olurlar. Kas duvar­ları, fizyolojik değişmelerden doğacak ya da dıştan gele­cek basınç artmalarına karşı normal karın içi basıncını aynı tutmaya çalışır. Bu yüzden kaslar kasılma ve gevşemeleriyle sürekli bir denge durumundadır. Şüphesiz ki her bir organ, yukarıda söylediğimiz şartlar altında az çok bir yer değiştirme yapabilir. Ama, bu her zaman nor­mal sınırlar içinde kalır. Eğer karın içi basıncı duvarla­rın zayıf noktaları üzerinde sürekli olarak etki yaparsa o zaman fıtıklar ortaya çıkar.


İşte karın boşluğunu çeviren yumuşak kısımlar ara­sında zayıf olan bir nokta da cinsel yarıktır. Kadında bu yarık, erkekte olduğu gibi yalnız idrar ve sindirim sistem­lerinin sonlanmasıyla ilgili değildir. Aynı zamanda çiftleşme organına ve doğum sırasında çocuk başına da yol verecektir. Bu nedenle, genişlemeye uygun bir yapıya sa­hip olması gerekir. İşte bu yapı ve özellik aynı zamanda onun daha zayıf olmasına da sebep olur.
Üreme organlarının yer değiştirmelerinden söz edi­lince daha çok rahimle ilgili olanlar anlaşılır. Rahim nor­malde gövde ve boyun kısımları öne bakan bir açı yapar. Öne doğru tümüyle leğen ekseni üzerinde yatmış bulu­nur Onu bu şekilde tutan aşıcı bağları ve dayanak cihaz­ları vardır.
Rahmin yer değiştirmeleri sağa, sola, öne, arkaya, yukarı ya da aşağıya doğru olabilir. Bir de rahimin çe­şitli yönlere doğru yatması ya da gövde kısmının boyuna oranla çeşitli yönlere doğru bükülmesi söz konusudur. Ya­ni rahim öne, arkaya, sağa ve sola doğru yatabilir ya da gövde kısmı boyun kısmının üzerinde gene öne, arkaya, sağa ve sola doğru bükülebilir. Ama, bütün bu saydıkları­mız arasında pratikte önemi olan ve en sık rastlanan 3 şekil vardır:

1 — Gövdenin boyun üzerinde öne doğru aşırı bü­külmesi: Bu gibi durumlarda rahmin kas yapısı normal­den daha sert ve katıdır. Gövde ve boyun parçaları ço­cukluktaki oranlarını korumuştur. Bunun yanı sıra kişi­sel yapıda da birtakım sapmalar görülür. Örneğin kadın­da çocuksu tip, ikincil seks karakterlerinde eksiklik, yağ­lanma, gibi durumlar göze çarpar. Belirtiler yönünden hastalar kadın hastalıkları hekimine genellikle sancılı âdet görme, bel ağrıları, akıntı, az ya da çok kanama, âdet süresinin azalması ya da çoğalması gibi şikâyetlerle başvurur. Bunların yanı sıra peklik, ishal, terleme, iştah bozuklukları, sindirim bozuklukları, başağrısı, yorgunluk gibi bir sürü şikâyetler de ortaya çıkabilir.

Leia Mais

Kadınlarda Rahmin Durumu ve Rahmin Aşırı Öne Bükülmesi


NORMAL BİR KADINDA ENİNE KESİTTE RAHMİN DURUMU RAHMİN AŞIRI ÖNE BÜKÜLMESİ HALİ
Rahmin hem arkaya doğru yatması, hem de gövdenin boyun parçası üzerine arkaya doğru bükülme­si: Bu durum en sık görülen duruş bozukluklarından bi­ridir. Bir kısım vakalar doğuştan olup öteki kısmıysa sonradan çeşitli nedenlerle edinilir. Nedenler arasında do­ğum ve loğusalık önemli bir yer tutar. Doğumdan arta kalan yırtıkların çekmesi, gebeliğin dokularda yaptığı yumuşama ve gevşeme olayının tam olarak gerileyememesi, loğusalık sırasında gerekli temizlik kurallarına uyulmaması ve uzun süren eritici hastalıklar rahmin bu durum değişikliğinin başlıca nedenleri arasında sayılabi­lir.

Hastaların şikâyetleri arasında şiddetli âdet kana­maları, ağrılı âdet görmeler, akıntı, bel ve kasık ağrıları, kısırlık, dışkılama zorluğu, idrar etme bozuklukları, bulantı, kusma, başağrısı gibi belirtiler başlıcalarıdır. Ar­kaya doğru yatma ve bükülme kadın hastalıkları hekim­lerinin dikkatini çektiğinden beri, hastaların birçok şi­kâyeti haklı ya da haksız olarak bu durum bozukluğuna bağlanmak istenmiştir. Özellikle birtakım ameliyat tek­niklerinden yararlanarak rahmi normal anatomik yerine getirme çareleri düşünülmüştür. Yeni yeni metotlar bul­ma yarışı hekimleri çok kere vakaların gösterdiği be­lirtileri incelemekten uzaklaştırmıştır. Böylece gelişi gü­zel hepsinin düzeltilmesi yoluna gidilmiştir.

Günümüzde bile gene öyle ameliyatlara rastlanmakta­dır ki hasta niçin ameliyat olduğunu bilmez. Ameliyata sebep olarak ileri sürülen belirtiler devam etmekte, hat­ta bazan daha da şiddetlenmektedir. Ne şekilde olursa olsun, belirti vermediği zaman bu durumun tedavisi gerek­mez. Rastgele bir bulgu olarak ortaya çıkarıldığı haller­de bu nokta üzerinde hiç durmamak uygundur. Çünkü, ‘telkin altında kalmaya elverişli yapıdaki hastalarda he­kimin atacağı yalnış bir adım ve ağzından çıkacak her­hangi bir söz, hastada gerçek bir hastalık kompleksi yara­tabilir ve sonradan bunun tedavisi, gerçek bozukluğun-kinden daha da zor olur.

Rahmin normal anatomik yerinden leğen ta­banına inişi ve boyun parçasının alt ucunun dışarıdan görünecek dereceye gelmesi: Burada en büyük faktörü gebelik olayıdır. Gerçekten bu gibi durumlara en sık ola­rak çok doğum yapmış kadınlarda rastlanır. Uygun bir yapıda, ardı ardına doğumlarla bir yandan karın zarı yetersiz bir duruma gelirken, öte yandan üreme organla­rının yerinde durmasını sağlayan dayanak cihazları bo­zulur: Zor ve uzun süren doğumlar, forseps gibi girişimler, apışarası yırtıkları, loğusalık süresince gerekli te­mizlik şartlarının sağlanmayışı ve rahmin eski şekline dönmesi tamamlanmadan yeniden ağır beden çalışmaları­nın başlaması gibi faktörler böyle inişlerin ortaya çıkma­sı için uygun ortamı yaratır.

Ne yazık ki ülkemizin yaşama şartları bu gibi du­rumların ortaya çıkması için çok uygundur. Tarlasında çalışan bir köylü kadının çocuğunu doğurması da çoğun­lukla tarlada olur. Çocuğun göbeğini iki taşın arasınasıkıştırarak kesen kadın sonra onu omuzuna vurarak kö­yüne döner. Bu kadının çocuk doğurdu diye dinlenme hak­kı yoktur ve ertesi günden başlamak üzere gene aynı ağır şartlarda tarlasında çalışacaktır. Yurdumuzda kadınlar­da rahmin inişi vakalarının oranının yüksek oluşu bu yüz­dendir.
Doğurmuş her kadın, ıkındığı zaman, vaginasının ön kısımları vulva içerisinde az çok görünür. Gene bir ço­ğunda da rahmin %oyun parçası hafifçe inmiş olabilir. Ama, tam bir fıtıklaşmanın olması halinde, rahmin dışa­rı çıkmasıyla bütün vagina duvarının tıpkı bir eldiven parmağı gibi içinin dışına döndüğü görülür. Önde vagi-nayla idrar torbası sıkı sıkıya birbirine bağlanmış bulun­duğundan idrar torbası da birlikte sürüklenir.
Rahmin boyun parçası fıtıklaşmanın oluş süresince, kanla aşırı dolma yüzünden büyür. Aynı zamanda karm içi organlarıyla dış ortam arasındaki basınç farkı yüzün­den bu gibi vakalarda boyun parçasında uzamalar görülür. Özellikle yaşlı kadınlarda görülen bir kısım fıtıklaşmalar­da yaşlı ve küçülmüş rahim bütünüyle fıtık kesesi için­de bulunur. Bir kısmındaysa rahmin yalnız boyun parça­sı fıtıklaşmıştır.
Bazan ileri derecede bir fıtıklaşma hastada hiçbir şikâyet doğurmadığı gibi, hafif bir iniş bile çeşitli sıkın­tılara sebep olarak hastanın hekime danışmasını zorun­lu kılabilir.

Ortaya çıkan başlıca belirtiler şunlardır: Hastada sanki bir şey doğuyormuş, aşağıdan bir şey fır­layacakmış gibi bir duyum vardır. Buna bel ve kasık ağ­rıları eklenir. İdrar yollarıyla ilgili belirtiler, örneğin id­rarını tutamama durumu olabilir. Gerçekten, fıtıklı has­talarla konuşulduğunda birçoğunun ağır kaldırana, öksürme, gülme gibi nedenlerle idrarlarını kaçırdıkları, ba­zılarının da ancak fıtıklarını elleriyle içeri sokarak ve şırınga gibi idrar torbalarını sıkarak idrarlarını boşalt­tıkları öğrenilir. Ayrıca büyük abdest etmede de şikâ­yetler görülebilir. Hastanın yürümesi sırasında fıtık zor­luk doğurur ve çamaşırların değmesiyle fıtıklaşan rahim üzerinde kolayca yaralar açılır. Yaraların iltihaplanması birtakım kötü sonuçların ortaya çıkmasına yol açar. Bu yüzden böyle vakalarda erkenden tedaviye başlamak ve gerekirse ameliyat etmek uygundur.

Leia Mais

Üreme Organlarının Şekil Bozuklukları ve Cinsiyet Anormallikleri



ÜREME ORGANLARININ ŞEKİL BOZUKLUKLARI VE CİNSİYET ANORMALLİKLERİ

İnsanda gelişme, soyaçekim, hormonal, fiziksel, kim­yasal ve bugün için henüz aydınlatamadığımız daha bir­çok faktörün etkisi altında normal yoldan ayrılabilir ya da belirli bir devrede duraklar, Böylece cinsel organların çeşitli şekil bozuklukları ortaya çıkar. Bunlar genellikle birkaç grupta toplanabilir:


1 — Her iki yumurtalığın birden olmayışında genel­likle hayat mümkün değildir. Daha çok bir yumurtalığın yokluğu görülür. Bu durum aynı taraf böbreğinin ve id­rar yolunun da olmamasıyla birliktedir. Gene kadında va-ginanm olmaması hemen her zaman iç üreme organları­nın ağır gelişme bozukluklarıyla bir aradadır. Daha- en­der olarak bunların bir kısmı gelişmiş ve yalnızca vajinanın alt parçası gelişmemiş olabilir.

2 — Cinsel organlar sisteminin bir kanal şeklinde açılmaması yer yer bozukluklara sebep olur. Bunlardan en sık görüleni kızlık zarıyla ilgili olanıdır. Üreme organ­larının tam olarak gelişmesine karşılık kızlık zarı ka­palı kalmıştır. Bu yüzden, âdetlerin başlamasıyla kan dı­şarı akamaz ve vaginanın içinde toplanır. Bu durum, hastaların gittikçe artan ağrılardan şikâyetle hekime baş vurmaları sonucu ortaya çıkar. Gecikilmiş vakalarda içe­ride kalan âdet kanı gitgide çoğalır ve rahim içinde de toplanmaya başlar. Böylelikle üreme organlarının fonk­siyonları da yetersiz bir duruma düşebilir. Oysa burada tedavi, kapalı olan kızlık zarının delinmesi ya da hafifçe yarılması gibi çok basit bir olaydan başka bir şey değil­dir. Bu doğuştan kapalılık daha üst kısımlarda, vajinada, rahimde de görülebilir.

3 — Rahim içi hayatın 5. ve 6 haftalarından sonra her iki taraftaki cinsel organ taslaklarının birleşmesi ola­yı başlar. Bu gelişme 15. ile 16. haftalarda tamamlanır. Eğer bunlar birleşemez ve ayrı ayrı gelişmelerini sürdü­rürse yukarıdan aşağıya doğru sağlı sollu birer organ şeklinde kalır. Bunların hepsini ayrı ayrı incelemek ge­reksiz olduğundan şimdi doğrudan doğruya seks anormal­liklerinin tanımlanmasına geçiyoruz.

Erken bulûğ — Normal bulûğ çağından önce cinsel organlar ve ilerideki bölümlerde anlatacağı­mız ikincil seks karakterlerinde görülen erken gelişme, hemen her zaman kişinin genel gelişmesiyle birliktedir. En sık görülen şekli kız çocuklarında, organlarla ilgili hiçbir bozukluğun bulunmadığı şekildir. Buna karşılık bir kısım erken gelişme vakalarında urlar, merkez sinir sistemiyle ilgili ur ya da iltihaplar sebep olarak buluna­bilir, ilk şekilde, çocuğun gelişmesi yumurtalık fonksi­yonları yönünden de normaldir. Bu yüzden âdet görme ve gebelik de görülebilir. Şimdiye kadar yayımlanan en genç vaka Peru’lu bir kızdır. Daha 8 aylıkken âdet görmeye başlamış, 5. yaşı içinde gebe kalmış ve sezaryenle 3 ki­lonun üstünde bir çocuk doğurmuştur.

Cinselgerilik — Bu gibi vakalarda ortak özellikler cinsel organların gelişmesinde durma ve âdet­lerin başlamamasıdır. Bunlarda ya hipofiz bezinde ya da yumurtalıklarda bir yetersizlik söz konusudur. Klasik görünüş cücelik şeklindedir. Ama, vücut, kollar ve bacak­ların normaldeki birbirine oranı aynı kalır. Koltuk altı ve kasıkta kıl çıkmaz.

Erkekleşmiş kadın — Soyaçekimiyle, cinsiyeti ve üreme organları yönünden dişi olarak belir­lenmiş bazı insanlarda dış üreme organları görünüşte er­kekleşmeye doğru bir değişim yapmıştır. Bızır büyümüş, sanki erkeklik organını andırır bir şekil almıştır. Vajina tam olarak gelişmemiştir. Büyük dudaklar erkekteki torbaları hatırlatır. Kıllanma erkeğinkinin tipinde ola­bilir. Üreme organlarında görülen bu değişmelerin yanı sıra iskelet, kas yapısı gibi öteki sistemlerde de erkekleş­me belirtileri vardır. Bazan memelerin gelişmesi de er­kekte olduğu gibi geri kalır.

Kadınlaşmış erkek — Burada kişi soya­çekimiyle, cinsiyet ve üreme organları yönünden erkek olarak belirlenmiştir. Ama, dış üreme organları görünüş olarak bir kadınmkini andıracak şekilde gelişir. Testisler, ortada birleşmeyen ve büyük dudakları andıran tor­balar içinde bulunur. Daha ender olarak testisler inişle­rini tamamlamamış ve kasık kanalı ya da karın içinde kalmıştır. Küçük bir erkeklik organı ve yan yarıya ya da tam olarak gelişmiş bir vagina vardır. Bazılarında me­meler büyüyebilir. Bu tipler daha doğuşlarından başla­mak üzere kız çocuğu olarak kabul edilir ve böyle yetişti­rilir.
Bunlardan başka bir de her iki cinsin üreme organ­larının ve ikincil seks karakterlerinin bir arada bulundu­ğu ara şekil vardır ama, çok ender olarak rastlanır.

Leia Mais

Kısırlık , Sterilite


KISIRLIK STERİLÎTE
Cinsel düzeyde bizim için karşı seksin var olması, an­cak bizim vücudumuzun varlığına bağlıdır. Bu nedenle, cinsel organlardaki herhangi bir bozukluk, cinsel dünyanın yapısında derin değişmelere sebep olur. Bir örnek bunu anlamaya yardım edecektir. Eğer bacağımızı kırar­sak, koltuğumuzla kapı arasındaki uzaklık, eskisinden çok başka bir anlam kazanacaktır.
Fizyolojik kaynakları belirlendiği ve kişisel, ailesel ve sosyal olmak üzere çeşitli düzeylerdeki sonuçları gün ışığına kavuştuğu halde, kısırlığın ne olduğu daha tam olarak bilinmemektedir. Çünkü, ister bilincine erişilsin, ister erişilmesin, kısırlık insan canlısını tüm varlığıyla içine alır.

Kısır bir yuva için dünya artık aynı görünüş­te olamaz.Kısırlığın çok çeşitli nedenleri vardır. Her şeyden ön­ce kısırlık söz konusu olabilmesi için bir çiftin en az 1 ile 3 yıl, sürekli ve normal evlilik ilişkilerine rağmen canlı çocuk sahibi olamamaları gerekir. Bir kadının, evliliğinin başından beri hiç çocuğu olmamışsa birincil kısırlık, bir ya da birkaç canlı çocuğun doğumundan sonra isteğe rağmen bir daha çocuk olmuyorsa ikincil kısırlıktan söz edilir.
Genellikle toplum içinde, kısırlığa % 10-12 oranında rastlanır. Ama, bu çiftlerin evlendikleri zamanki yaşla­rıyla orantılı olarak yükselir. Örneğin 20-21 yaşlarında evlenmiş bir kadının kısır kalma ihtimali % 8 ise, 39-40 yaşlarında evlenmiş olanınki % 65-70 kadardır.
Kısırlık nedenlerini genellikle yalnız kadında aramak bir gelenek haline gelmiştir. Hatta bu yalmş davranış bazı vakalarda çok ileri götürülür ve erkek hiçbir muaye­ne görmezken, kadın üzerinde çok kötü sonuçlar doğu­rabilecek metotlarla teşhis konmaya çalışılır. Oysa kı­sırlık sorununda erkeğin % 30-50 gibi büyük bir payı vardır. Ayrıca kısırlığı araştırmak için erkekte yapılacak incelemeler son derece basittir. Demek ki araştırmalara önce erkekten başlamak gerekir. Kadının muayenesine erkek normal bulunduğunda geçilmelidir.
En sık görülen kısırlık sebeplerinden biri, çiftlerden herhangi birindeki anormallik değil, cinsel ilişkilerdeki bozukluktur. Yani kısırlığı meydana getiren sebep ruh­saldır, çünkü organik ya da anatomik bir nedene bağla­namaz. Genellikle «mizaçlarda uygunsuzluk» deyimini kul­lanmak alışkanlık haline gelmiştir.Böylece de döllenme­nin olamadığı ileri sürülür. Ya da çiftlerin birbirine aşk­la bağlı olmadığı iddia edilir. Prensip olarak, kadınla er: kek arasındaki anlaşmazlık bir kısırlık sebebi’ değildir ve aşktan yoksun evlilik ilişkilerinde döllenme olayı az görülür diye bir kural yoktur. Bununla birlikte, yıllar­ca normal ama, kısır evlilik ilişkilerinden sonra kadının daha genç kişilerden gebe kalması mümkündür.

Orgazm olmadan gebe kalmanın çok mümkün hatta sık olduğu bilinir. Bununla birlikte psikanalizciler, ka­dın – doğum hekimleri ve anatomiciler bazı vakalarda ge­belik için orgazmın vaz geçilmez bir durum olduğu düşün­cesini savunur. Orgazm sırasında rahmin kasılmaları ne­deniyle ağzını kapatan mukoza tıkacının yerinden fırla­dığı ve spermatozoidlerin rahim boşluğuna doğru emildiği ileri sürülmektedir.
Cinsel hayattaki ruhsal ya da psişik bozukluklar arasında kısırlık yapabilecek önemli bir sebep vajinanın ağrılı kasılmaları ya da vaginizm adı verilen durumdur. Bunun tedavisi de öncelikle psişik alana girer. Ama, ka­dın – doğum hekimlerince, vajinanın büzücü kaslarında yapılan genişletici ameliyatlar da bu tedaviye katkıda bulunmaktadır.
Ne çok kısa bir erkeklik organı, ne de çok uzun bir vagina genellikle bir kısırlık sebebi değildir. Çünkü usta bir çiftleşme şekliyle bu engel kolayca kaldırılabilir ve gebelik meydana gelebilir.
Yarıda kesilmiş temas sonuç olarak kadında kısır­lık doğurabilir. Cinsel temasın birden kesilmesiyle, orgazma yaklaşan kadın artık boşalamaz olur ve cinsel or­ganlarında, özellikle yumurtalıklarda aşırı kanlanma mey­dana gelir. Bu durum en sonunda sürekli bir hastalığa dönüşebilir. Böyle bir kısırlık da bütün uzmanlarca ka­bul edilmemektedir.
Kadınların gebelikten korunmak için kullandığı ba­zı cihazlar kısırlığa kadar varan iltihaplar yapabilir. Hatta vajina yıkamalarında bile, iltihabı önlemek ama­cıyla cihazın temizliğine dikkat etmek gerekir. Çok şü­kür ki vajina mikroplara karşı iyi direnmektedir. Yoksa erkeklik organının her girişinden sonra dezenfekte et­mek gerekirdi. Çünkü en basit sağlık kurallarına bile uy­mayan birçok erkek vardır. Yapılan gözlemler, düzgün ve hatta sık cinsel ilişkide bulunan kadınlarca, cinsel organlarda iltihaba az rastlandığını ortaya koymuştur. Belki de erkeğin spermasında, aşağı yukarı penisilin ka­dar ya da onun yarı değerinde, mikroplara karşı koyan bazı maddeler vardır ve bu durumu açıklamaktadır.

Doğum yaptıktan sonra cinsel ilişkilerin çok çabuk ve çok sertlikle başlatılması bazan kadında dolaylı ola­rak kısırlığa götüren bozuklukların sebebi olabilir. Çün­kü doğum sonrası, kadının cinsel organları kendini il­tihaba karşı güç savunabilir.
Bazan birinci çocuktan sonra, çiftlerden hiçbiri gö­rünüşte kısır olmadığı halde başka çocuk olmaz. Daha tartışmalı olmasına rağmen bu durum, aile içinde ger­çekten kısırlığa sebep olan durummuş gibi gözükmekte­dir. O zaman spermatozoidlerle yumurtacıklar arasında, aşılardan sonra kazanılan bağışıklığa benzer bir uyuş­mazlık, bir karşıtlık olduğu düşünülür. Spermatozoidler kadında yapılan bazı maddeler tarafından yavaş yavaş ortadan kaldırılır.

Şimdi de kadında ve erkekte organik ya da fonksi­yonla ilgili olarak kısırlık yapan durumları inceleyelim. Kadında iki durum arasında bir ayırım yapmak söz ko­nusudur. Ya kadın döllenmeyi engelleyen, yalnızca ana­tomik nedenler yüzünden kısırdır, ya da gebe kalabilir ama, çocuğu doğumuna kadar rahminde tutamaz.
Bu ikinci duruma sık olarak rastlanır. O zaman ör­neğin frengi gibi herhangi bir hastalığın kalıntıları olan birbirini izleyen yalancı doğumlar görülür. Eğer yalancı doğumlar gebeliğin ilerlemiş bir devresinde meydana gelirse, o zaman hekim nedenini ortaya çıkarabilir. Ama, birçok kadın, hatta farkında bile olmadıkları erken dü­şüklerden yakınır. Daha bol ve birkaç gün sonra gelen kanamalar her zaman için âdet görmeyle ilgili değildir. Bunlar rahmin şu ya da bu nedenle saklayamadığı döl­lenmiş yumurtanın dışarı atılışı olabilir.
Eğer 16, 17 hatta 20 yaşında bir kadında, bütün ça­balara rağmen döllenme olmazsa, o kadının hemen kısır olduğunu düşünmemek gerekir. Bu yaşlarda normal âdet­ler cinsel organların olgunluk derecesine eriştiğini belirten kesin bulgular değildir.
Yaşama şekli ve özellikle beslenmenin kadın için bü­yük önemi vardır. Herkes düzenli bir beslenmenin orga­nizma üzerinde başlıca etkiyi gösterdiğini ve sonuç ola­rak da cinsel fonksiyonları etkilediğini bildiği halde, bu alanda birçok yanlış yapılır. Vitamin eksikliği döllen­meye büyük ölçüde zarar verir. Çünkü yumurtalıkların çalışmasını ileri derecede bozar. Çeşitli besin alınmazsa, organizma gerekli olan vitaminleri yeteri kadar alamaz. Vücudun B ve C vitaminlerinden başka, döllenme vita­mini olan E vitaminini de alması gerekir. Birçok ülkede beliren geçim sıkıntısıyla ve az beslenmeyle ilgili olarak gene çok sayıda kadında âdet yokluğu ortaya çıkmıştır.

Buna karşılık hiçbir zaman aşırı beslenme yoluna da gidilmemelidir. Çok yeme de aynı şekilde kötü etki ya­par. Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler aşırı beslenme­nin, cinsel organların çalışmasında kısırlığa kadar giden bozukluklar yaptığını göstermiştir.
Sonuç olarak kadının sağlığına zararlı olan her şeyin onun döllenmesine de aynı şekilde zarar verdiği kesinlikle söylenebilir. Ayrıca bazı büyük illerde atmosferin ne genel sağlık, ne de kadının döllenme yeteneği için yarar­lı olmadığı görülür. Sinirleri yıpratıcı çalışma şartları, düzensiz yaşama, aşırı spor çalışmaları, temizlik kurallarına uymama, aşırı cinsel ilişkiler sağlığı bozarak ay­nı zamanda döllenmeye de zarar verir.
İç cinsel organların bazı anatomik bozuklukları sper-matozoidlerin rahim içine girmesini engelleyerek kısır­lık doğurabilir. Örneğin rahimde sapmalar, durum deği­şiklikleri., tubalarm tıkalı olması bunlardandır. Bu bo­zuklukların birçoğunu masajlarla, rahim içine özel cihaz­lar yerleştirmekle ve daha karışık vakalarda ameliyatla düzeltmek mümkündür.
Kısırlık bazı bezlerin bozuklukları, özellikle tiroid bezinin, yumurtalıkların ya da böbreküstü bezinin fonk­siyonundaki bozukluk yüzünden meydana gelir. Bu bo­zukluklar hormon tedavileriyle, eksik olan hormonu ye­rine koymakla giderilir. Bazan vagina salgılarında sper-matozoidleri öldüren aşırı asit bulunur. Bu durumu teş­his eden hekim alkali sıvılarla aşırı asitliği normale indi­rir.
Cinsel organların, rahmin, tubaların ya da yumurta­lıkların iltihabı söz konusu olduğunda durum çok daha kötüdür. Çocukları olmasını istemeyen kadınların dü­şürmek amacıyla kullandığı metotlar da bu organların mu­kozalarında sıklıkla iltihaba sebep olur. Mukozalar ge­belik sırasında özellikle duyarlı olduğundan iltihap çok çabuk yerleşir. Yalancı doğumdan hemen önce ve hemen sonra yapılan cinsel temaslar da aynı sonuçları doğura­bilir.
Temiz olmayan âletlerle çocuk düşürmeye kalkmanın ne derece kötü etkiler yapacağı açıktır. Çok kere ba­zı bulaşıcı ve cinsel temasla geçen hastalıklar bu yolla taşınır. İltihabın varlığı zamanında ortaya çıkarılırsa an­tibiyotikler, sülfamidler ve kortizon gibi ilâçlarla, aynı şekilde sıcak, ışınlar, termal banyoları vb. ile tedavi et­mek mümkündür. Ama, genellikle odaklar o kadar küçük ve zararsızdır ki kadında önemi} bozukluklara yol aç­maz. Böylece iltihabın farkına varılmaz ama, kısırlık meydana gelir. İltihap ilerlemişse bazan organın çıkarıl­ması gerekir. Eğer bu organ yumurtalıklar, tubalar vb. gibi döllenmeyle doğrudan doğruya ilgili bir organsa, o zaman iki taraflı çıkarılması kadını ölünceye kadar kısır bırakır. Günümüzde ameliyat tekniği çok gelişmiştir ve artık cerrah, özellikle yumurtalık olmak üzere hasta or­ganın bir parçasını kurtarmayı başarmaktadır.
Kistler ve urlar gibi bazı başka kısırlık nedenlerin­de de ameliyat zorunludur. Son zamanlarda, kısırlığın yumurtalık fonksiyonunun bozukluğuyla ilgili olduğu va­kalarda X ışınlarıyla tedavi denenmiştir. Ama, bu organ­ların ışınlara karşı duyarlığı farklı olduğundan, verilecek doz çok önemlidir. Belirli bir hasta için çok iyi olan doz, bir başkası için zararlı olabilir. X ışınları yumurtalıkları ve böylece de döllenme yeteneğini bozabilir ya da garip şekilli çocukların, doğmasına sebep olur. Sonuç olarak bu metodu çok kullanmamak gerekir.
Eğer kısırlığın nedeni belliyse genellikle tedavi et­mek mümkündür. Kısırlığın sebebi erkek olduğunda te­davi güçtür. Bir ailede erkeğin dölleme yeteneğinde ol­maması için çok sebep vardır. Bunlar öncelikle erkeklik gücündeki önemli bozukluklardır. Cinsel temas güçlükle yapılır, döllenme şansı da orantılı olarak azalır. Böyle vakalarda döllenmeyle ilgili organlar anatomik ve fizyo­lojik yönden sağlam olup bozukluk bunların eksik fonk­siyonuna bağlıdır. Buna karşılık cinsel gücün eksik oluşu her zaman dölleme yeteneğinin sağlam olduğunu be­lertmez. Sperma üzerinde yapılan incelemeler erkekte kısırlığın, hatta gücün normal olduğu zamanlarda bile, ender olmadığını ortaya koymuştur.
Son yıllarda spermanın incelenmesinde ilerlemeler vardır. Ejakülasyon sıvısı miktar, renk, kıvam, tohum hücrelerinin sayısı, hareketliliği yönünden araştırılmış­tır. Aynı şekilde hücrelerin ve spermatozoidlerin yapısı­nı incelemek üzere, özel olarak boyanan ve mikroskop altma konan preparatlar hazırlanmaktadır. Birçok anor­malliğin fark edilmesi bu şekilde olmuştur. Ayrıca testis dokusundan iğneyle parça almak şeklinde bir yola da başvurulur. İç salgı fonksiyonu olan bezlerin çalışıp ça­lışmadığını anlamak amacıyla çok karışık bazı idrar tah­lilleri de yapılmaktadır.
Erkekte kısırlık başlıca iki sebepten ortaya çıkar: Ejakülasyonın dışarıya çıkmasını önleyen engeller ve spermanın yapısında ya da döllenmenin öteki unsurla­rında bulunan bozukluklar. Eğer spermada yalnız ölü ya da döllenme için çok zayıf spermatozoidler varsa gene kısırlık ortaya çıkar.
Bu her iki grup anormallik de genellikle hipofiz, böb­reküstü bezleri ve cinsel bezler gibi iç salgı bezlerinde bozukluğa sebep olan genel bir hastalığın sonucudur. Bu bozuklukları yapan hastalıklar arasında beynin ve omu­riliğin organik hastalıklarım saymak gerekir. Bu hasta­lıkların döllenme foksiyonları üzerindeki etkisini anlamak için cinsel temasın fizyolojisini ve ereksiyonun cinsel merkezini düşünmek yeterlidir. Frenginin burada büyük ro­lü vardır. Beyin fonksiyonlarını ve özellikle beyin kabu­ğunu, yani bilinci saran hastalıklar bu gruba girer. Kor­ku, uzun süren uyarılmalar, cinsel organlar düzeyinde ana­tomik bozukluklara yol açabilir. Bu nedenle, erkekte kı­sırlık söz konusu olan bütün vakalarda iyi bir sinir sis­temi muayenesi zorunludur.
Yerel bozuklukların ya da erkek cinsel organlarındaki anormalliklerin döllenme bozukluklarından sorumlu ola­cağı bir gerçektir. Fimozisi olan erkeklerde idrarda çok miktarda spermaya rastlanır. Yalnızca mekanik bir olay nedeniyle, ejakülasyon sırasında sperma uretranın dış ağ­zına erişememekte ve idrar torbasına dökülmektedir. Ge­nellikle bu çekilmeler yalnız katılaşma sırasında bir en­gel olarak ortaya çıkar. Penis yumuşakken idrarın bo­şalmasını engellemez ve güçleştirmez.
Erkeklik organında hipospadyas adı verilen doğuş­tan bir şekil bozukluğu olabilir. Burada uretra penisin ucu­na kadar gelmez. Böylece ejakülasyon sırasında atılan sperma sıklıkla vajina dışına düşer ve döllenme olamaz.
Yerel hastalıklar arasında kısırlık yapan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: prostat urları, iltihapları, seminal keselerin iltihapları, epididimis iltihapları, testislerin ilti­hapı, frengi ya da veremi, vb… Çok bilinen hastalıklardan biri de kabakulak geçiren erkeklerde hastalık sonrası gö­rülen testis iltihabıdır.

Leia Mais

İkin­cil Seks Karakterleri


Üreme organları erkek ve kadına üreme hücrelerini birleştirme yeteneğini verir. Onları desteklemek için tabi­at, ikincil seks karakterleri adı verilen başka farklar ver­miştir. Üreme organlarını ve aynı zamanda üreme hücre­lerini kapsayan birincil seks karakterlerine karşılık ikin­cil seks karakterleri, cinsel ilişkiler ve çoğalmayla yakın ilişkisi olmayan, canlı varlığın erkek ya da dişiliğini belir­leyen değişik fiziksel özelliklerdir.
Vücut gelişmesinin ilk yıllarında cinsel farklar ancak dış cinsel organlar arasındaki farklılıklar, yani birincil seks karakterleri aracılığıyla belli olur. ikincil seks ka­rakterleri sonradan, dereceli olarak bulûğ çağında ortaya çıkmaya başlar. Genç kızlar için bu dönem genellikle 13. ile 15. yaşlar arası, erkek çocuklar için 11. ile 15. yaşlar arasıdır. Cinse bağlı olarak hızlanma ve gecikmeler görü­lebilir. Bulûğ çağında genç kızlar erkeklerden daha hızlı büyür.


Üreme bezleri olgun hücre yapmaya başlar başlamaz, daha önce sözünü ettiğimiz ve kana dökülen üreme hor­monunu da salgılamaya başlar. Öteki etkilerini bir kenara bırakırsak, bu hormonun ikincil seks karakterlerinin doğmasına sebep olduğunu söylemek gerekir. Erkeğin üre­me hormonu kadınınkinden farklıdır. Aynı şekilde ikincil seks karakterleri de oldukça farklılık gösterir.

Leia Mais

Erkekte İkincil Seks Karakterle­ri


Erkekte ikincil seks karakterle­ri — Doğulu erkek için kıllanma en göze çarpan ikincil seks karakteridir. İlk olarak gençte yüzün ve vücudun kıl­larının gelişmesi bulûğun belirtisi olarak kabul edilir. Ço­cuk çenesinde sakal çıktığını ve üst dudağında kıl çıktı­ğını fark eder. Oğlanlar ve kızlar için apışarasında, koltuk altında kılların belirmesi şaşkınlık yaratan bir olaydır. Ay­rıca kıllanma erkek karakterinin en çarpıcı dış gösterisi­dir ve bu nedenle eskiden erkekler sakal bırakırdı.
Erkek çocuk daha çok uzar. Kemikleri sağlamlaşır ve omuzları genişler; kalçalar dar kalır. Uyluk kemiği gövdenin zararına uzar. Yani erkek uzun uyluklar üzerin­de bodur bir gövde taşır. Ayrıca uyluklar birbirine değ­mez, bir aralıkla birbirinden ayrılmıştır. Kaslar gösterişli bir şekilde gelişir ama, yağ dokusu artmaz.


Erkekte başka bir ikincil seks karakteri de erginlikle değişen sestir. Burada «Adem elması» ile anatomik olarak değişikliğe uğrayan ve belirli hale geçen gırtlak söz konu­sudur. Genç çocuk için gırtlağın büyümesi ses tellerinin uzamasıyla birlikte olur. Bu da sese daha kaim bir perde verir. Cinsel açıdan önemli olan bu olay ses değişimi adım alır.
Erkeklik çocuğun ruh haline ve karakterine de işler. Fikir duyguya üstün gelir. Akıl gücü yaratıcıdır. Başka­larına karşı tutumu aktiftir. Erkek emir altına girmekten çok zorbalığa, baskıya yakındır. İyilikten çok sertliği be­nimser. Cinsiyet yönünden saldırgandır.

Leia Mais

Kadında İkincil Seks Karak­terleri


Kadında ikinc’il seks karak­terleri — Kadının vücut kıllanması daha az geli­şir. Koltuk altı kılları daha az gür ve sık, pubisin kıllı böl­gesi daha küçüktür. Göbek deliğine kadar uzanmaz ve pu-bisi üçgen şeklinde örter. Oysa erkekte kıllar göbek deli­ğine kadar sivri bir hat şeklinde devam eder. Dişi pubi-sinde kıllanma daha düzenlidir. Genç kızın boyu ortalama insan boyunun altında kalır. İskelet inceliğini korur. Yal­nız leğen kısmı erkeğe.oranla daha yaygın ve geniştir. Er­keğin tersine kadında omuzlar dar, kalçalar geniştir. İle­ride çocuğun beşiği olacak olan karın uyluğa oranla belir­li derecede uzundur. Ayakta durduğunda kadında bacak yarığı görülmez. Kemikler çok az genişler ve yüz küçük, burun kısa, çene dar ve alın alçak kalır.
Kadın vücudunun şekillerinin belirlenmesinde, deri :1e içinde olmak üzere etli kısımların üstünlüğü büyük rol oy­nar. Model olarak kadın vücudu erkeğinkinden daha yu­muşaktır. Kemikler, kas demetleri ve eklemler daha az belirlidir. Deri daha yumuşak, daha bükülgen ve daha az gözeneklidir. Dolu bir ense, yuvarlak omuzlar vb. kadm vücudunun özellikleridir.


Kadında kasların az gelişmesine karşılık yağ dokusu erkeğinkinden çok daha boldur. Kadının biçimli kıvrımla­rını yapan bu yağ dokusudur. Gırtlak az büyür ve bu ne­denle ses yüksek ve berrak, tıpkı bir çocuğunki gibi kalır. Saçlar uzar, oysa derinin geri kalan kısmı ayva tüylerini korur. Kılların yokluğuyla ilgili olarak kadın vücudunun derisi şeftalinin ince ve parlak kabuğunu andırır. Derialtı bezlerinin gelişmesiyle ilgili olarak kadın vücudu, çok es­ki zamanlardan beri erkekleri çeken ve baştan çıkaran bir koku yaymaktadır.

Karakteristik cinsel oluşumlar arasında kadında gö­ğüsler özel biyolojik bir anlam taşır. Bir yandan annelik organı olup çocuğun beslenmesine yarar, öte yandanken önemli ikincil seks karakteridir. Kadında meme bezi bulûğ çağı sırasında, erkekte de her iki meme başıyla belirlenen yerde gelişir. Erkek çocukta, gençte ve erişkinde meme başları yassı ve göğüse yapışıkken, genç kızda bulûğdan önce hafif bir yuvarlaklık çizmeye başlar. Bazan erkekte de gelişmiş bir göğse rastlanır. Böyle durumlarda bir hormon bozukluğu söz konusudur.
Meme bezinin kadın vücudunda çok zengin, hatta bel­ki de kişiden kişiye en çok farklılaşma gösteren bir olu­şum olması yalnızca anormal olayların çokluğuna bağlı değildir. Normal gelişmiş, görevini yerine getirmeye hazır bir meme bile en değişik şekillerde olabilir. Meme şekille­ri için birçok sınıflandırma vardır. Biz burada kadın göğ­sünün doğal gelişmesine en yakm olanlarını seçiyoruz :
a) — Çocuksu şekil. Meme başı küçük bir yuvarlak­lığın ortasında büyüdüğünde, bulûğ çağının başlangıcın­daki bir göğüsü hatırlatır.
b) — Düğme ya da konca devresi. Bir anlamda bu­lûğun ikinci devresine uyar. îyice belirlenmiş bir kabarık­lığın üstünde gene iyi gelişmiş bir meme başı ve onun çev­resinde de renkli bir bölge bulunur.
c) — Bulûğ çağı sonundaki genç kızın göğüs şeklini almış yuvarlak göğüs.
Bütün bu annelik fonksiyonlarını yerine getirmeye hazır şekiller meme bezleriyle ilgilidir. Bezler de, süt sal­gılanmasını doğuran iç salgı kaynaklı dürtülere bağlıdır. Anatomik olarak yukarıda belirttiğimiz her 3 göğüs şekli­nin de, az ya da çok olarak gelişmeleri tamamlanmamıştır. Göreve en elverişli ye ikincil seks karakteri olarak tam gelişmiş bir kadın göğsü şöyledir:
d) — Biraz basık, yuvarlak, öne doğru koni gibi uza­yan ya da toparlak, bulûğ çağının göğsünden gelişmiş bir göğüs. Dokular sıkı ve göğüs de aynı şekilde sıkı ve esnek, hatta sert ve gergindir.
Kadın çocuksu şartları yalnız fiziğinde değil, aynı zamanda karakterinde, ruh halinde de sürdürür. Eğer çocu­ğa benzer olarak kalmasaydı iyi bir anne olmayı başara­mayacaktı. Kadın çocuğun bütün duygularını anlar, oysa erkek fiziksel gelişimi ile çocuktan ve onun havasından uzaklaşır. Kadın tıpkı çocuk gibi yaratıcı olmaktan çok alıcı, kabul edici, mantıktan çok yumuşaklık ve şefkat içindedir. Aynı şekilde içgüdüleri de bilincinden daha geliş­miş ve uyanıktır. Hareket etmekten çok katlanmaya yat­kın, hükmetmekten çok emir altına girmeye hazırdır. Ka­dın ve anne olarak erkek ile çocuğun arasına yerleşmiştir. Bu nedenle ailenin merkezi olma ve gene ailenin bu kadar farklı kişileri arasındaki uyumu sağlama durumundadır.
Sonuç olarak ikincil seks karakterlerinin olma neden­lerini şöyle sıralayabiliriz:
1 — Bir kişinin cinsiyetini, hatta uzaktan ve tanın­mayacak bir kılığa girilse bile ayırdetmeyi sağlar.
2 — Bir kişinin olgun üreme hücreleri taşıyıp taşı­madığını, yani bulûğ çağına erişmemiş, evlenecek çağda ya da yaşlanmış olduğunu bildirir.
3 — Öteki cinste karşılıklı ve dayanılamayan bir çe­kicilik yaratır. Onları birbirinden ayırdettirir ve bu ayrı­lık bir mıknatıs gibi etki yapar.
Uyarılma duyumlar üzerine doğrudan doğruya bir etki ile ortaya çıkmaktadır: Görme ve işitme, aynı şekil

Erkekte ; Kısa saç, yüksek alın, sakal, geniş çene, büyük ağız, geniş omuzlar, güçlü kaslar, gelişmemiş göğüsler, kıllı vücut, yağ dokusu az deri, çökük karın, omuzlardan dar kalça, zengin kaslı uyluk, uzun bacaklar.
Kadında : Uzun saç, alçak alın, tüy­süz yüz, dar çene, küçük ağız, dar omuzlar, güçsüz kaslar, gelişmiş göğüsler, kılsız vücut, zengin yağ­lı deri, çıkık karın, geniş kalça, yağlı ve yuvarlak uyluk, kısa bacaklar.
Bir anlamda açlığın kardeşidir. Açlık kişinin korunmasını, cinsel dürtüyse soyun devamını sağlar. Her ikisi de kişi­nin en güçlü ve en zorlu içgüdüleridir.
Erkeğin cinsel dürtüsü kadınınkinden farklıdır. Er­kek üreme hücrelerini vermekte, oysa kadın bunları al­maktadır. Bu yüzden kadının cinsel dürtüsü ayrılık göste­rir. Erkeğin cinsel isteği hareketli ve ataktır. Üreme hüc­relerini sunmalıdır. Cinsel dürtüsü onu girişken kılar. Çevresine bakar ve kadınların ikincil seks karakterlerini dikkatle inceler. Kendi zevkine uygun bir eş seçtiği zaman onu izlemeye başlar.
Sürekli olarak yenilenen birçok üreme hücresi yüzün­den ilkel insan eş seçiminde çok titiz davranmamaktadır. Çokeşli evlilik prensibini güder ve cinsel değişikliği se­ver.
Şimdi de aynı katı kayırmazlıkla kadının portresini çizelim. Erkek üreme hücrelerini yayar, kadın da toplar şeklindeki basit formül, erkekle kadın arasındaki ve aynı zamanda erkeğin cinsel isteğiyle kadının cinsel dürtüsü arasındaki farkların bütün sırrını açıklamaktadır. Erkek elde etmek, kadınsa elde edilmek için türlü yollara başvu­rur. Erkek kuşatan orduya, kadınsa kaleye benzer. Erkek sürekli olarak mıknatısın üstüne giden iğne gibidir. Ka­dın görünüşte dinlenme halinde olan ama, gerçekte sürek­li olarak cinsel çekicilik ışınları yayan bir mıknatıstır. Tıpkı mıknatısın magnetik dalgalarla dolu olması gibi ka­dın da cinsiyetle doludur. O kadar ki cinsiyet onun ikinci dünyası olmuştur. Ama, gene tıpkı güneşin ışın verdiğini bilmemesi gibi, kadın da bunu bilmez.
Giysi sorununun kadın hayatının tam orta yerinde bu­lunması cinsel dürtüyle ilgilidir. Çünkü, artık çıplak olma­yan, uygarlığın örttüğü kadında giysi, en görünür ve en kesin ikincil seks karakteri olmaktadır. Onu bir saç tu­valetinin seçilmesinde düşündüren cinsel istektir. Gene cinsel dürtü onu pudra sürmeye, parfüm sürmeye, aynaya bakmaya ve el çantasında bir sürü şey taşımaya zorla­maktadır. Gerçek kadın her zaman için renklerin bilimin­den çok cinsel etkileriyle, çiçeklerin gruplandırılmasından çok, örneğin bir gülün yeni mantosunun rengine nasıl gideceğiyle ilgilenir. Evreni insan kalbi, özellikle erkek kal­bidir.
Bütün bunlara karşılık kadındaki cinsel dürtüyle er­keğin cinsel isteği arasında düzensizlik vardır. Çünkü cin­sel istek erkeği bir kadın bulmaya ve ona üreme hücreleri­ni aktarmaya zorlar. Bu yüzden üreme hücrelerinin aşırı dolması cinsel isteğini en şiddetli bir şekilde açığa vurdu­rur. Yani onu cinsel temasa iter. Buna karşılık cinsel dür­tü kadını ikincil seks karakterlerini erkeklerin bakışları­na sermeye yöneltir. Yani kadında cinsel dürtü bütün ben­likten kaynağını almaktadır. Üreme organlarına özgü kal­maz ve kadın, erkek gibi yalnız cinsel birleşmeyi hedef tutmaz. Kadının cinsel isteği daha genelleştirilmiş, daha arınmış ve erkeğinkinden daha soylu bir hale gelmiştir.
Kadının cinsel isteği sonuç olarak onu gebe bırakır. Bu yüzden kadın eylem değil, bütün ruhuyla sürekli ve de­ğişmeyen bir durum istemektedir. Erkek üreme hücreleri­ni boşalttıktan sonra işinin başına döner. Oysa kadın se­vilmek ister. Erkek cinsel teması hemen orada ya da bir­kaç saat içinde bitirmek isteğindedir. Oysa kadın evlen­mekte ayak direr. Bu ne acı bir uyumsuzluktur…
Kadınla erkek arasındaki bu farklılık ahlâkı ilgilen­dirmez. Erkek ahlâksız değildir. Tabiatın verdiği içgüdü­lere ayak uydurmaktan başka bir şey .yapmamaktadır. Üreme hücrelerini verdikten sonra onun görevi bitmiştir ve artık gidebilir. «İyi geceler, hayatım, çok güzel bir ge­ceydi, hoşça kal!» diyebilir. Daha kapıdan çıkarken yarın­ki ya da birkaç gün sonraki bir başka birleşmeyi düşün­mektedir. Bu sırada üreme hücreleri, kadının üreme yol­larını aşarak yumurtacığı aramaktadır. 9 ay kadar sonra, artık erkeğin geçirilen geceyi düşünmediği bir sırada ka­dın, yıllarca besleyeceği ve büyüteceği aşklarının meyva-sını dünyaya getirir.
İster istemez akla bir soru gelmektedir. Kadının ev­lenme projesine bu kadar direnerek bağlanmaya hakkı yok mudur? Erkek için cinsel birleşme ne derece maceraysa kadın için de o kadar sonuçları olan, geleceği hakkında karar veren bir durumdur. Cinsel hayatın çatışmaları, an­laşmazlıkları çoğu zaman kadın için acıdır. Bu çatışmala­rın büyük bir kısmı üreme görevlerinin ve bundan doğan cinsel tutumun farklarından ortaya çıkmaktadır.
Gene kadında erkekten farklı olarak bir sıkılma ve utanma duygusu vardır. Cinsel birleşmenin sonuçları ka­dın için çok önemli ve geleceğini etkileyici olduğundan, ta­biat onun kendini çabuk teslim etmesine engel olmaya ça­lışmıştır, îşte bu nedenle ortaya bir başka ikincil seks ka­rakteri, yani kadındaki utanç duygusu çıkmıştır. Tabiat bakire ve tecrübesiz bir genç kıza iki koruyucu baraj ver­miştir. Bunlardan biri fizik, ötekiyse moraldir. Himen ya da kızlık zarı fiziksel engeli, kadınlık utangaçlığı da mo­ral engeli meydana getirir. Baştan çıkmamış bir kadında cinsel yönden büyük bir ölçülülük vardır. Erkeğin ilk tek­lifini her zaman için reddedecektir. Ama, buna karşılık, evine döndüğünde mutlu ve gururlu olacaktır.
Ama, kızlık zarı gibi utangaçlık da aşılamayan bir ba­raj değildir. Daha çok yolu tıkayan bir engeldir. Erkeğin ciddî olduğunu ispatlaması ve engeli aşabilecek güçte ol­duğunu göstermesi gerekir. Gerçek bir erkek kadının ağırbaşlılığı karşısında geri çekilmeyecektir. Tam tersi karşılaştığı güç ve direnme ona, istediği kadının değerini gösterir. Onu elde etmek için savaşırken, ilk önce yalnız­ca cinsel olarak istediği kadının kişiliğini de anlamış olur. İşte bu andan başlamak üzere erkeğin cinsel isteğinin hayvansal yanı ikinci plana düşecek ve cinsel dürtüsü yüceleşecektir.

Leia Mais

Kız Çocuklarındaki Üreme Organları Sorunları


KIZ ÇOCUKLARDAKİ ÜREME ORGANLARI SORUNLARI

Bu sorunların başlıcalarma, dış üreme organı iltihapları ve dış üreme organı dölyolu iltihapları yolaçar.

Dış üreme organı iltihapları

Salgıların bızırın altına girmesinden kaynaklanan dış üreme organı iltihapları (vülvitler), yerel tahrişlere neden olur. Tedavileri kolaydır: Yapışıklıkların açılması; yerel mikroptan arındırma; günde iki kez antibiyotik ve mikrop kırıcı merhem uygulaması; temizlik kurallarına uyulması.

Dış üreme organının uzun süren iltihapları, küçük dudakların yapışmasına neden olur; yapışma çizgisi soluk renklidir, önden arkaya doğru uzanır. Mekanik bir engel ya da enfeksiyon sonucu ortaya çıkan hastalık ciddi değildir; dölyolu oluşum bozukluklarıyla karıştırılmaması gerekir. Çoğunlukla yapışıklık elle ayrılabilir; bazen de yalın bir cerrahi girişime başvurmak gerekir.


Dış üreme organı dölyolu iltihapları

Dış üreme organı-dölyolu iltihaplarına (vülvo-vajinit) mikrop ve mantar enfeksiyonları yolaçar. Makatın yakında oluşu, koruyucu kıllar bulunmaması, kızlık zarı açıklığı, özellikle de dölyolu mukozasının özel durumu, bu enfeksiyonları kolaylaştırır. .

Klinik belirtiler çeşitlidir. Çocuk bazen acı duyduğundan yakınır, kaşmir, sidik çıkarması ağrılıdır; çok ender olarak, belli belirsiz bir kanlı akıntı görülebilir.

Dölyolu içine yabancı bir cismin girip içerde kalması olasılığı her zaman araştırılmalıdır.

Tedavi kolaydır. On gün süreyle ağızdan antibiyotik tedavisiyle birlikte, küçük dozlarda östrojen verilmesine dayanır.

Leia Mais

İlk adet sırasında kadınlarda ki ruhsal bozukluklar


İlk âdet kanamalarının, ergenlik dönemindeki kız çocuğunda ruhsal etkileri olduğu kuşku götürmez. Bu değişiklik, çocuğun yaşamında önemli bir dönüm noktası, çocukluktan genç kızlığa geçişin belirtisidir. Geçişin sarsıntısız olması için, küçük kızın, annesi tarafından özenle bu duruma hazırlanmış olması gerekir. Olayın bir kusur ya da ceza değil, önemli ve değerli olduğunun, genç kızlığa geçişinin simgesi olduğunun küçük kıza annesi tarafından iyice anlatılmış olması gerekir. Ama genellikle bu böyle olmaz ve küçük kızın bu olay nedeniyle duyduğu sarsıntı, bütün genç kızlık yaşamını etkiler.

ilk-adet

Sabah uyandığında gördüğü kanı küçük kız, gece uyurken öldürülmek istendiği biçiminde yorumlayabilir; o zaman, özellikle zayıf iç yapılı, aşırı duyarlı çocuklarda, bu olay korkunç kuruntu ve korkulara yolaçabilir. Çocuk, gördüğü kanı, gece kendisine tecavüze yeltenildiği biçiminde de yorumlayabilir; o zaman da, gelecekteki cinsel yaşamına erkeklerden tiksinme, korkma duyguları ve kaçma isteği egemen olacaktır. Çocuk, tecavüze uğramış olma korkusunu kolayca açıklayamayacağından ve bu korkusunun etkilerini de gizli tutacağından, durum daha da ciddileşecektir.

Aşırı derecede koruyucu, evhamlı ve utangaç, cinselliği doğanın gereği normal bir olgu olarak karşılayamayan annelerin kızlarında, âdet kanamalarının, başladıktan hemen sonra kesildiği ve bu durumun yanısıra, önemli ruhsal bozukluklar belirdiği görülmüştür.

Bu bozukluklar bazen az yemek yeme, hattâ yemekten içmekten bütünüyle kesilme biçiminde belirebilir. Çocuk büyük ölçüde zayıflar, güçten düşer ve hemen hastaneye kaldırılması gerekir. Bu hastalığa sinirsel iştahsızlık (anorexia nervosa) adı verilir. Sözkonusu bozuklukların ardında, çocuğun, yaşadığı cinsel olguyu, yasak ve tehlikeli olarak görüp bundan kaçmak istemesi yatar. Bu genç kızların bilinçaltı, her şeyden önce, küçük bir kız olarak kalmak ve annenin koynundan ayrılmamak istemektedir. Saydığımız bu güçlüklerin gizli bir nedeni de toplumsaldır. Âdet kanamalarını toplum genellikle, kadının değerini düşüren, onu dokunulmaz yapan bir «pislik» olarak görür: «Bu gibi şeylerin sözü edilmez». Kadınlığın gereği olmakla birlikte, sanki ne olduğu belirsiz bir suçun kaçınılmaz cezasıymış gibi «kimseye farkettirmeden» katlanılması gerektiği düşünülür. Erkeklerde böyle sakıncalar olmadığı, dolayısıyle erkeklerin «cezalandırılmadığı» gözönüne alınırsa, kadına, kendine olan saygısını geri verebilmek, genç kızı da bu yersiz korkusundan kurtarmak için, bu konuda ayrıntılı ve doğru bilgi vermenin gereği ve önemi daha iyi anlaşılacaktır. Fizyolojik bir olay olan âdet kanamaları, biyoloji derslerinde öteki konularla birlikte okutulsaydı, kuşkusuz kafalarda bu kadar çapraşık düşüncelere yolaçmazdi; başlamasıyla birlikte pek çok genç kızda yarattığını gördüğümüz büyük ruhsal dengesizlikler de ortadan kalkardı.
Leia Mais

Cinsel Gücü Arttırmak

Ruh ve bedenin dinç ve sağlıklı ol­ması lazımdır. Beslenme yetersizliği, sinirlilik, stres, uyum bozuklukları, her türlü yorgunluklar, İlaveten ka­dında âdet bozuklukları ve üriner sistem hastalıkları, erkekte prostat bezi büyümesi gibi hormon denge­lerindeki bozulmalar, kadın ve er­kekte cinsi gücü ve arzuyu azaltır, hatta tamamen yok eder.

Buna yaşlı­lık da İlave edilirse, ailede huzursuz­luk ve sevgi bağı azalmasıyla karşıla­şılır. Kadın ve erkeğin birbirlerine karşı olan, cinsi arzularını arttırmak, vücutlarının güç kazanmasını temin etmek İçin aşağıdaki bitki formülleri kullandır:

* Erkek veya kadında üriner sis­tem hastalıkları varsa tedavi edilir. Sinirli ve stresli ortamlardan uzaklaşılır, beslenmeye dikkat edilir.

* Siyah, beyaz ve kırmızı turp to­humlarından ellişer gramı dövülerek toz haline getirilir. Sonra da bir kilo balla karıştırılarak macun kıvamına sokulur. Günde üç defa birer kaşık yenir.

* 100 gr. kereviz tohumuyla 50 gr. salatalık çekir­deği bir kilo balla karıştırılarak ma­cun haline getiri­lir. Günde üç de­fa birer kaşık ye­nir. Ayrıca bu formüle istenirse, 250 gr. tereyağı da hafif ısıtılarak katılır ve aynı şekil­de macun haline gelincene kadar ka­rıştırılarak, aynı miktarlarda yenir.

* 20 gr. karabiber, 50 gr. zencefil, 50 gr. havlıcan ve 20 gr. karanfil toz haline getirilir. Sonra da 600 gr. bal­la karıştırılarak macun kıvamına so­kulur. Sabah ve gece yatarken 1 – 2 kaşık yenir.

* 40 gr. kişniş, 10 gr. damla sakı­zı, 50 gr. akgünlük, 50 gr. rezene, 30 gr. anason ve 250 gr. sinameki toz haline getirilir.

Ayrıca 2600 gr. şeker 1.5 litre suda kaynatılarak şu­rup haline getirilir. Birbirine karıştı­rılan tozlar, yavaşça şuruba katılır ve uygun kıvama gelinceye kadar karıştırılır, cam veya emaye kaplarda muhafaza edilir. Günde 2 – 3 defa 1 – 2 kaşık yenir.
Leia Mais

Cinsel Arzuyu Azaltmak


Bazı kimseler beden yapıları açı­sından veya bazı psikolojik ve sosyal sebeplerle şehvet arzularının azal­masını isteyebilirler. Dinimize göre, aşın cinsel arzuyu önlemenin en gü­zel yolu oruç tutmaktır.


Ayrıca aşağıdaki bitkisel formüller uygulanabilir:
* Bir miktar marul veya kıvırcık sa­latanın, robottan geçirilerek suyu çıkarılır, yemeklerden önce ve gece yatarken birer fincan içilir.
* 100 gr. marul tohumuyla 100 gr. semizotu tohumu toz haline getirilir, karıştırılır. Yemeklerden önce ve gece yatarken, su ile birlikte birer tatlı kaşığı alınır.
* 100 gr. marul tohumuyla 100 gr. hindiba tohumu toz haline getirilir, karıştırılır. Karışımdan yemek­lerden önce birer tatlı kaşığı yenir.
* Kaynamakta olan 200 cc. suya, 20 gr. şerbetçi otu atılır, beş dakika daha kısık ateşte kaynatılır. Sabah ve gece yatarken birer çay bardağı içilir.
* Bakla tohumu toz haline getiri­lir. Sabah ve akşam biraz suyla bir­likte birer çay veya tath kaşığı yutu­lur.
* Bir çay veya tath kaşığı şap, ye­meğe katılarak yenir veya su ile birlikte içilier.

Leia Mais

İktidarsızlığın Bitkisel Tedavisi


Bir cinsel birleşmeye gereken istekle başlayamama, cinsel birleşmeyi sürdürememe ve başarılı olarak bitirememe olayına iktidarsızlık veya cinsel güçsüzlük denir. Erkek cinsel organının sertleşmesi cinsel birleşimin gereklerinden biridir. Eğer cinsel organ damarları esnek değilse veya tıkanıksa sinir uyarıları peniste sertleşmeye yol açmaz veya sertleşme yeterli seviyede gerçekleşemez. Bedeni sağlam ve ruhi yönden de sıkıntısı olmayan bir erkek, hiçbir zaman cinsel yönden güçsüz olamaz.iktidarsizlik

Tedavisi:

* Balık, havyar, karpuz ve bal yenir.

* Bir miktar karpuz çekirdeğiyle aynı miktarda kavun çekirdeği toz haline getirilir. Sabah ve akşam balla karıştırılarak birer tatlı kaşığı yenir.

* 50 gr. havlıcanla 100 gr. zencefil, bir kilo balla karıştırılarak macun haline getirildikten sonra, yemeklerden önce ve gece yatarken birer kaşık yenir.

* 40 gr. karanfil tohumuyla, siyah, beyaz ve kırmızı turp tohumlarının ellişer gramı, havanda dövüldükten sonra iki kilo balla karıştırılarak macun haline getirilir. Günde üç defa birer tatlı (veya yemek) kaşığı yenir.

* 50 gr. findık, 50 gr. çam fıstığı, 50 gr. Antep fıstığı, 10 gr. badem, 50 gr. karanfil toz haline getirildikten sonra ilci kilo balla macun kıvamına sokulur. Günde üç defa 1 - 2 kaşık yenir.

* 100 gr. ceviz, 50 gr. hardal tohumu, 25 gr. karanfil, 25 gr. çam fıstığı, 50 gr. Antep fıstığı 1,5 ldlo balla karıştırılarak macun haline getirilir. Yemeklerden önce üç defa 1 -2 kaşık yenir.

* 100 gr. kuru üzüm, 100 gr. çekirdekleri çıkarılmış hurma, ve 50 gr. dut kurusu, bir miktar tereyağı ile lapa haline gelinceye kadar bilen-derde karıştırılır. Sabah ve akşam birer kaşık yenir.

* Bir miktar kaymakla aynı miktarda bal karıştırılarak sabah ve akşam yenir.

* 50 gr. turp tohumu, 50 gr. soğan tohumu ve 100 gr. çörekotu iyice dövüldükten sonra, bir kilo balla karıştırılarak macun haline getirilir. Günde üç defa birer yemek kaşığı yenir.

* 50 gr. salatalık çekirdeği, 50 gr. badem ve 20 gr. safran toz haline getirildikten sonra, bir kilo balla karıştırılarak macun haline getirilir. Karışımdan günde üç defa birer kaşık yenir.

* 50 gr. uzun biber, 50 gr. akırı-karha, 50 gr. zencefil toz haline getirilir. 800 gram balla karıştırılarak macun kıvamına sokulur. Karışımdan günde üç defa birer kaşık yenir.

* Üç diş sarımsak balla ezildikten sonra her akşam yenir.

* 30 gr. karabiber, 30 gr. karanfil, 50 gr. zencefil, 50 gr. havlıcan toz haline getirilir. Sonra da bir kilo balla karıştırılarak macun kıvamına sokulur. Karışımdan günde iki defa birer kaşık yenir.

* 50 gram havuç tohumuyla, aynı miktarlarda hardal, semizotu ve soğan tohumu ve 20 gr. damla sakızı toz haline getirildikten sonra, bir kilo balla karıştırılarak macun kıvamına sokulur. Karışımdan günde üç defa birer kaşık yenir.
Leia Mais

Vücut imgesi ve cinsellik üzerindeki etkisi


Yeni bir vücut imgesine alışmak zordur, özellikle vücu­dunuzdaki değişiklik, benlik algılamanızda önemli yeri olan bir konuda gerçekleştiyse. Kadınlar, göğüslerini cinsel kimliklerinin, cinselliklerinin ve elbette bebeklerini doyur­manın güçlü bir duygusal aracı olarak görürler. Bu neden­le göğüs, kadın için hayli değeritbir organdır. Göğsünü kaybetmenin pek çok kadın için büyük bir darbe olması şaşırtıcı değildir ve bu kadınlar kendilerine verdikleri değe­rin odak noktasını değiştirmekte güçlük yaşarlar.
însanlann göğüs ameliyatına verdikleri tepkinin ve bu konudaki rahatsızlıklannın, yaş ilerledikçe ortadan kalka­cağı genellemesini yapmak doğru değildir. Yaşı ilerlemiş pek çok kadın da, göğüslerini kaybetmekten ve vücudun­daki değişiklikten dolayı sarsılır. Menopozla birlikte ‘kadın olma’nm belirtilerinden birinden zaten yoksun kalan bu kişiler için, göğüslerini kaybetmek ikinci bir darbe olur.


Molly de böyle bir örnek. Teşhis konulduğunda 62 ya­şında olan Molly, lumpektomi operasyonu geçirmiş ve vü­cudunun ameliyattan sonraki görünüşüne alışmakta bir hayli zorlanmış: Göğüslerden birini kaybetmek, her yaştan kadın ve onun eşi için kabul edilmesi zor bir durumdur. Bu değişik­lik, psikolojik nedenlerden ötürü bir süreliğine cinsel ilişki­yi durdurabilir. Bazen de erkek, kadının sağlığını düşüne­rek cinsellikten kaçınabilir. Oysa kadın, bunu reddedilme olarak görüp kendini daha da çirkin hissedebilir. Böylece, kimse ilk adımı atmak istemez. Bazen de, önceden iki ‘eşit ve sağlıklı’ insanken, ameliyattan sonra biri ‘hasta’, diğe­ri ‘bakıcı’ olan bir çifte dönüşmek düşüncesiyle, eşler cin­sel duygularını bastırabilir. Kemoterapinin erken menopo­za neden olduğunu belirtmiştik; bu da, göğüs kanseriyle il­gili diğer meselelerle birleşince kadının cinsel duygulanın ciddi bir biçimde etkileyebilir.
Zamanla pek çok çift bu türden sorunlan aşar. Her iki taraf da, kadının yeni görünümüne alışır ve cinsel duygu­lan normale döner. Ama yine de herhangi bir çatışma ya da yanlış anlama yaşanmadan profesyonel yardım almak­ta fayda vardır.

8 yıl önce mastektomi geçiren 44 yaşındaki Jill, hâlâ geçirdiği operasyonun etkilerine alışmaya çalışıyor çünkü mastektominin duygulan üzerindeki etkisinden henüz tam olarak kurtulamamış: Bildiğiniz gibi, erkekler de göğüs kanserine yakalanabi­liyor ve bu hastalığın erkekler arasındaki seyrekliğinden ötürü kendilerini yapayalnız hissedebiliyorlar. Tıpkı kadın­ların, göğüs kanseri tedavisiyle cinsel kimliklerinin zede­lendiğini hissetmeleri gibi, erkekler de genellikle kadınlann yakalandığı ve hormon dengesizliğiyle ilgili bir hastalığa tutulduklan için erkekliklerinin zedelendiğini düşünebilirler.
Neyse ki, Cardiff Üniversitesi’nde’yürütülen bir araştır­ma (Iredale-2003), göğüs kanseri teşhisi sonucunda er­keklerde ortaya çıkan utanç duygusunun çok fazla olma­dığını göstermiştir. Ne var ki, pek çok erkek, kendi başına gelinceye kadar, bu hastalığın erkekleri de tehdit ettiğinin farkında değildir.
2000 yılının Mart ayında, 40 yaşındayken göğüs kan­seri olduğunu öğrenen Philip’in vücudunun görünümüyle ilgili bir sorunu yok. Ama erkeklerin, kendilerinin de gö­ğüs kanserine yakalanabileceklerinin farkında olmalan ge­rektiğine inanıyor:

Hastalığın nüksetmemesi için ne yapabilirim?
Göğüs kanserinin kontrol edilebilir bir nedeni olmadığı gibi, hastalığın tekrarlamasını engellemenin de kesin bir yolu yoktur. Ancak beslenme gibi bazı konularda dikkatli olmakta fayda vardır. Beslenme alışkanlığının bu hastalık üzerindeki önemine inanan araştırmacılar, göğüs kanseri­nin seyrek görüldüğü ülkelerde yaşayan kadınların bes­lenme alışkanlıklarını ortaya koyan çalışmalar yaparlar. Bol miktarda meyve ve sebzeden oluşan bir diyetin, kişiyi göğüs kanserinden bir nebze olsun koruduğuna; diğer yandan kırmızı et ve sosis, hamburger gibi işlenmiş et yö­nünden zengin diyetlerin hastalık riskini arttırdığına dair kanıtlar bulunmuştur. Norveç ve Amerika’da yürütülen araştırmalar, egzersiz yapan ve sürekli hareket halinde olan kadınlarda göğüs kanseri riskinin düşük olduğunu göstermiştir.
Bulgular, aşağıdaki önlemlerin göğüs kanseri riskini azaltmada etkili olduğunu göstermiştir:
• Bol miktarda egzersiz yapın.
• Bebeğinizi uzun süre emzirin.
• Bol miktarda taze sebze-meyve ve lifli yiyecek tüketin.
• Günlük multi-vitamin ve mineral desteği alın. Özellikle A, C, E vitaminleri ve selenyum gibi antioksidanlan ter­cih edin. (Fakat aşırıya kaçmayın. Aşın miktarda A vi­tamini zararlı olabilir, aşın miktarda selen de toksik etki gösterebilir.)
• Alkol tüketmeyin. (Alkolün karaciğerde oluşturduğu yük, östrojen hormonunun yıkım ve vücuttan atılma sürecini sekteye uğratır.)

Leia Mais

Böbrek Yetmezliğinde Beslenme Kuralları

Böbrek Yetmezliğinde Beslenme İlkeleri
Böbrek yetmezliği, birden başlayan şiddetli (akut) ya da süreğen (kronik> türde olabilir.
A. Akut Böbrek Yetmezliği
Akut böbrek yetmezliğinde, organ görevlerini tam olarak yapamaz. İdrar çok azalır ya da hiç idrar çıkmaz. Üre gibi metabolizma artıkları, elektrolitler dışarı atılmadığından vücutta birikir. Asit – baz dengesi, sıvı ile elektrolit den­gesi bozulur. Vücutta şişme (ödem), kan basıncında yükselme, kalp yetmezliği dalgınlık, kanama ve şok gibi durumlar görülebilir. Hasta, hastane ve doktor bakımında tedavi edilir. Uygun diyet, hastanın iyileşmesinde çok önemlidir.

Akut böbrek yetmezliği olan hastalar için diyet düzenlemede aşağıda belirtilenlereuyulmalıdır

1. Diyetin enerji değeri, hastanın normal vücut ağırlığını koruyacak şekil­de düzenlenir. Enerji ihtiyacı daha çok karbonhidratlarla ve yağlarla karşılanır.
2. Hasta proteinsiz bırakılmaz. Kanda üre yüksek değilse protein azal­tılmaz. Vücut proteinlerinin yıkımım azaltmak için yüksek kaliteli protein veri­lir. Hastane tedavisinde damardan elzem, amino asit karışımı verilmesinin yararı üzerinde durulmaktadır. Bu karışıma yetişkin hastalar için de histidin eklen­mesi gerektiği vurgulanmakta, arginin’in de yararlı olacağı ileri sürülmektedir.
3. Hastamn kan basıncı yüksekse ve vücudunda şişme varsa tuz aşırı olr mayacak biçimde azaltılır. Aşırı ve sürekli olarak sodyum kısıtlaması sakıncalıdır.
4. Hastanm, çıkardığı idrara ve genel durumuna göre su dengesi sağlanır. Hasta susuz bırakılmaz.
5. Hastanın diyeti; enerji, vitamin, protein ve minerallere ihtiyacını kar­şılayacak ve kolay tüketilebilecek şekilde düzenlenir.

Süreğen (Kronik) Böbrek Yetmezliği

Süreğen (kronik, eskimiş, müzmin) böbrek yetmezliği, çeşitli böbrek hasta­lıklarının ilerlemesi sonucu ortaya çıkar. Böbreklerin görev yapan birimleri olan nefronlar çalışamaz duruma gelir. Süzme ve geri emme yeteneği ileri derecede bozulur. Nefronların yarıdan çoğu görev yapamaz duruma gelebilir. Bu durum­da, öteki sistemlerin ve organların çalışması da bozulur. Böbrek yetmezliğinin ağır şekli “üremi” olarak da adlandırılır. Böbrekler, kanı metabolizma ürünle­rinden temizleyemez.
İdrarla dışarı atılamayan üre, ürik asit ve benzeri metabolizma artıkları kan­da birikir. Bu maddeler bütün organlara zarar verir. Kansızlığa, sinir sistemi bozukluklarına, havale nöbetlerine, kas zayıflığı ve erimesine yol açar. Hastada, iştahsızlık, bulantı, kusma, sürgün (ishal) ve karın ağrıları görülebilir. Kar­bonhidrat yağ ve protein metabolizması da bozulabilir.

Hasta doktor kontrolü altında tutulur. Diyet, hastanın genel durumuna ve doktorun direktifi doğrultusunda düzenlenir.
Süreğen (kronik) böbrek yetmezliği olan hastaların diyeti, enerji yönünden yeterli, vücutta protein yıkımını artırmayacak, kanda üreyi yükseltmeyecek, sıvı ve elektrolitleri dengede tutacak şekilde düzenlenir.

Diyet düzenlemede uyul­ması gereken hususlar şunlardır

1. Diyetin enerji değeri normal kiloyu koruyacak şekilde ayarlanır. Diye­tin enerji değeri 2000 – 2500 kalori olabilir. Bunun için diyette 300 – 400 gr. kar­bonhidrat, 70 – 90 gr. kadar yağ bulunabilir.
2. Kanda üre çok yüksek ve idrar azsa, diyetin protein değeri düşürülür. Hastanın ağırlaştığı bu durumda bol şekerli pelte, şekerlemeler ve nişastalı be­sinler verilir, idrar miktarı artmaya, kanda üre düzeyi düşmeye başladıkça, di­yette protein miktarı artırılır. Vücut proteinlerinin yıkımını .azaltmak için yük­sek kaliteli proteinler seçilir. Verilen protein miktarı kilo başına 0,5 gramın al­tına düşürüknez.
Hastanın kanı hastanede belli aralıklarla özel yöntemle (hemodializ) temiz­leniyorsa hastaya daha yeterli miktarda protein verilebilir. Çok ağır durumda olmayan hastaya günde verilecek protein miktarı 35 – 60 gr. dolayında olabilir.
3. Hastada kalp yetersizliği ve şişme varsa, idrar az, kan basıncı yüksek­se, tuzu kısıtlı diyet uygulanır. Bu durumlar yoksa tuz fazla azaltılmaz.
4. Kusma, sürgün (ishal) ve idrarla kayba uğrayan su ve elektrolitler kar­şılanır.
5. Hastanın yeterli ve dengeli beslenmesini sağlayacak diyet uygulanır. Öğün sayısı artırılabilir. Hastanm isteği dikkate alınarak, yemesini kolaylaştırıcı (düzenlemelere gidilir. Yemekler şeker, limon ve benzerleriyle lezzetlendirilebilir.

Leia Mais

Karaciğer Hastalıklarında Beslenme

Karaciğerin Yapısı ve Görevleri
Karaciğer; diyaframın (göğüsle karın boşluğunu ayıran kas) hemen altında, karnın sağ yanında, sol yanı midenin üzerine uzanan, vücut çalışmasında çok önemli ve karmaşık yapıda bir organdır.Karaciğere, besin öğelerince zengin kanı taşıyan kapıtoplardaman (kapı venası, portal vein, vena porta) ve oksijence zengin kan getiren karaciğer arteri girer. Organdan safra taşıyan ka­nal ile ana kan damarları çıkar.. Bu getirici ve götürücü ana damarlar organ içinde dallanır, gittikçe küçülerek karaciğer hücreleri arasında kılcal damarlar ağı oluşturur. Kılcal damarlar ağıyla örülmüş olan karaciğer hücrelerine bu yol­la yeterli miktarda kan sağlanır.
Karaciğer, metabolik olayların çok yoğun olduğu bir organdır. Hücrelerindeki altı yüzün üzerindeki enzim çeşidiyle metabolizmada birçok önemli ve kar­maşık görevleri başarır. Bu organın vücut çalışmasındaki görevleri, birbiriyle ilişkili olmak üzere beş ana grupta toplanabilir:
1. Metabolizma: Karbonhidrat, protein, lipit, mineral ve vitaminleri metabolize etmek, ısı üretmek ve vücut ısısını düzenlemek.
2. Dolaşım: Bağırsaklardan kapıtoplardaman ile kam karaciğere taşı­mak ve oradan genel dolaşıma vermek; kan depolayarak vücuttaki toplam kan hacmini denetlemek.
3. Sentezleme ve Salgılama: Safra, fosfolipit, lipoprotein, çeşitli protein­ler, kolesterol, üre, kan pıhtılaşma etmenleri, glikojen gibi birçok önemli mad­deleri sentezlemek.
4. Depolamak: Çeşitli vitaminler, mineraller, glikojen gibi çeşitli madde­leri depolamak; vücudu kan kayıplarına karşı korumak üzere damarlar ve kıl­cal damarlar örüntüsünde kam tutmak.
5. Korumak: Vücuda giren ve vücutta oluşan zararlı maddeleri daha az zararlı ya da zararsız maddelere çevirmek, parçalamak; yetersizliklere karşı ko­rumak için çeşitli maddeleri depolamak, ve sentezlemek.”
Karaciğer hastalıklarında, organ bu görevlerini gerektiği gibi yapamaz ve vücut çalışması bozulur.
Leia Mais

Karaciğer Sağlığında Beslenmenin Önemi

Karaciğer Sağlığında Beslenmenin Önemi
‘Karaciğer sağlığının korunmasında yeterli ve dengeli beslenmenin önemi büyüktür. Sindirim kanalında emilen besin öğelerinin çoğu kapıtoplardamarı ile karaciğere taşınır. Aynı yolla, diyette bulunabilecek zehirli maddeler, alınan ilâç­lar da emildikten sonra ilk olarak karaciğere gider ve orada zararlı etki göstere­bilir. Çünkü, karaciğerin zararlı maddelerden kendini koruma yeteneği sınırlı­dır.
Hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalarda, kolin, protein, metionin ve E
vitamini yetersizliklerinin karaciğer yağlanmasını kolaylaştırdığı bulunmuştur .Alkol, kloroform ve karbontetraklorid gibi ze­hirleyici (toksik) maddelerin karaciğer hücrelerinde yağlanmayla ilgisi belirlen­miştir. Protein yetersizliğinin de organda kimyasal zehirlenmeyi kolaylaştırdığı anlaşılmıştır. .
Uzun süre çok” miktarda alkol almak karaciğerde birtakım bozukluklar ya­par ve siroz denilen hastalığa yol açar. Alkolün % 90-95′i karaciğerde CO2 ve suya oksitlenir; bunun için bir .dizi karmaşık tepkime ve enzim gerekir. Çok mik­tarda alkol alınması karaciğerin yükünü artırır, orgam olağandışı çalışmaya zor­lar ve bozulma hızlanır. Gönüllü olan sağlıklı kişilere deneme amacıyla, çok miktarda alkol bir kez verildiğinde bile, karaciğer yıkımının belirtisi sayılan bir­takım maddelerin kanda önemli ölçüde arttığı bulunmuştur. Onsekiz gün sürey­le alkol verilen (günde 200 gr.) sağlıklı gönüllü kişilerin karaciğer hücrelerinde bozukluklar ve yağ birikimi olduğu belirlenmiştir. Bir başka araştırmada ise, al­kolü bırakmış .kişilerin karaciğerindeki bozuklukların düzeldiği, yeniden alkol almaya başladıklarında karaciğerdeki yıkımın arttığı görülmüştür.
Aşırı derecede alkol; karaciğerde iltihaplanma, organda büyüme, sarılık gibi hastalıklara riski artırır. Alkolün karaciğere zehirleyici (toksik) etkisi kuş­kuya yer bırakmayacak derecede kesindir. Ayrıca, alkol kişinin iştahım azaltır, enerjinin bir bölümü alkolden geldiği için yeterli besin almayı engeller. O yüz­den, alkoliklerde; protein, çeşitli vitaminler ve minerallerin yetersizliği daha sık görülür. Karaciğer hücrelerindeki bozulmalar sebebiyle besin öğelerini tufnıa, depolama ve kullanma yeteneği de azalır. Bu etkileşim sonucu karaciğer hücre­lerinde yıkım ve bozukluklar hızlanır. Siroz, çok alkol almanın ilk beş yılı içinde başlayabilir; hastanın durumuna göre 10-15 yıl gibi uzun süre sonra da görü­lebilir. Hastalıkta karaciğer hücreleri yağlandıkça hücrelerde yıkım artar ve görev yapamaz duruma gelir.
Başta protein ve B grubu vitaminlerinin yetersizlikleri olmak üzere beslen­me bozukluklarının ve alkolün etkileşimi siroz ve öteki karaciğer hastalıklarının oluşması ve ilerlemesini hızlandırır. Zamanında tedavi edilmeyen bu hastalık­lar karaciğer yetmezliği ve komayla sonuçlanır.
Karaciğer hastalıklarında vücut çalışmasında çok çeşitli bozukluklar- gö­rülür. Beslenme yetersizlikleri başka hastalıklara direnci azaltır. Son yıllarda ya­pılan araştırmalar; alkoliklerde hastalıklara direncin azalarak ölüm oranının yükselmesinde esas etkenin beslenme yetersizliği olduğunu işaretlemektedir.
Yeterli ve dengeli beslenme, karaciğer hastalıklarına direnci artırır, hasta­ların iyileşmesini kolaylaştırır. Hayvanlar üzerinde yapılan bir araştırmada, ka­raciğerde riboflavin yoğunluğunun düşmesinin organda tümör (ur) oluşumuna riski artırdığı bulunmuştur. Kalite ve miktar yönünden yetersiz beslenen küçük çocukların karaciğerinde yağlanma olmaktadır. Protein – enerji yetersizliği has­talığı olan (kuvaşiorkor) çocuklarda, karaciğer hastalığı belirtileri göstermeyen­lerde bile, karaciğer hücrelerinde değişmeler belirlenmiştir. İyi beslenerek teda­vi edildiklerinde, organdaki yağlanma ve öteki olumsuz değişmelerin düzeldiği gösterilmiştir.
Leia Mais

Karaciğer Hastalıklarında Beslenme Kuralları

Karaciğer Hastalıklarında Beslenme İlkeleri
Karaciğer hastalıklarının ilerlemesini önlemede ve iyileşmesini kolaylaştır­manın temel anahtarı yeterli ve dengeli beslenmedir. Hastalığın çeşidi ve şiddeti­ne göre organdaki bozuklukların derecesi de değişir. Karaciğer hastalıklarında beslenmede temel ilke; zedelenen ve yıkıma uğrayan karaciğer hücrelerinin ye­nilenmesini ve iyileşmesini hızlandırmak üzere enerji ve besin öğeleri ihtiyacım karşılamaktır.
Karaciğer hastalıklarında beslenme, hastalığın çeşidine ve şiddetine göre özel uygulamalar gerektirir. Hepatitis (karaciğer iltihabı), sarılık, siroz gibi hastalıkların ağır dönemlerinde ve karaciğer komasında, hastane bakımına alınan hasta doktor kontrolünde tutulur ve damardan beslenir. Hastanın enerji gerek­sinmesi karbonhidratla karşılanır. Karaciğerin früktozu glikoza göre daha ko­lay kullandığı sanıldığından früktoz yeğlenir: Früktoz yoksa glikoz kullanılır.
Hastanın enerji ihtiyacı dışardan karşılanmazsa, enerji için vücut yağlan ve doku proteinleri kullanılır. Zedelenmiş ve yıkıma uğramış karaciğer hücrelerinin ya­ğı ve proteinleri kullanması ise zordur. Bu sebeple, enerji ihtiyacı karrşılanmayan hastanın durumu kötüleşif. Bu yüzden, komadaki ve ağır durumdaki karaciğer hastalarına protein ve yağ verilmez. Proteini ve yağı kısıtlı diyetlerde, enerji ih­tiyacı şekerli meyve ve suları, bal ve nişasta gibi yiyeceklerle karşılanır. Pro­teini çok kısıtlı diyet uzun süre uygulanmaz. Zorunluluk olmadıkça, diyetin pro­tein değeri normalin altına düşürülmez.
Ağızdan beslenebilecek hastaya, durumu düzeldikçe protein verilmeye baş­lanır, iyileşme derecesine göre, 15-20 gramdan bağlanarak günlük verilen pro­tein miktarı 40 – 50 grama çıkarılır. Yağ, olabildiğince azaltılır. Bu hastalar için yağsız süttozundan yararlanılabilir. Ağır dönemi atlatan hastanın diyetindeki protein miktarı aşırı olmayacak derecede artırılır, yağ kısıtlaması biraz gevşe­tilerek günde 45 grama çıkarılabilir.
Karaciğer iltihabı ve öteki hastalıkların alevli döneminde hasta iştahsızdır. Yemek istemeyen hastaya sıvı diyet verilir ve enerji ihtiyacı karbonhidratla kar­şılanır. Bunun için; portakal suyu, limonata ve başka meyve sularına şeker ek­lenir. Hastaya, kısa aralıklarla günde 2,5 – 3,0 litre kadar şekerli sıvı verilir. Yavaş yavaş hastanın diyeti çeşitlendirilir.
Diyetin enerji değeri, hastayı normal ağırlığa getirecek ve bunu koruyacak şekilde ayarlanır. Diyet enerjisinin % 20-25′i yağlardan gelebilir. Hastanın; pro­tein, tüm vitamin ve minerallere ihtiyacı karşılanır; sıvı ve elektrolit dengesi sağlanır. Sirozlu hastalarda ödem görülebilir. Ödemli hastaların diyetinde tuz kısıtlanır.
Karaciğer hastalıklarında beslenmede gözetilmesi gereken en önemli nok­talardan biri, diyetteki protein miktarını hastanın durumuna göre ayarlamak­tır. Diyetteki protein, iyileşmeyi hızlandıracak ve yetersizliğe kargı koruyacak, ancak metabolizma artıklarını zararlı olacak şekilde çoğaltmayacak miktarda olmalıdır. Aşın miktardaki proteinin zararlı olduğu belirtilmektedir. Karaciğer hastalıklarının ileri şekillerinde sinir sisteminde bozukluklar görülmekte ve ko­mayla sonuçlanabilmektedir. Bu durumların oluşmasında; özellikle amonyağın ve bazı amino asitlerin yıkım ürünlerinin, ayrıca kısa karbon zincirli yağ asit­lerinin önemli rolü olduğu bulunmuştur. Hastanın kanında çeşitli amino asit­lerin de yetersiz olduğu belirlenmiştir. Hastaya; amonyak ve toksik etkisi olabilecek öteki amino asit metaboliz­ma ürünlerini artırmayacak miktarda protein verilmesi önem taşımaktadır. Sinir sistemi bozukluk belirtilerine karşı korumak için, hastaya özel amino asit karı­şımlarının damardan ya da ağızdan verilmesinin yaran vurgulanmaktadır. Dı­şardan özel amino asit karışımının verilmesiyle; toksik etkisi olan artıkların olu­şumu azaltılmış olmakta, öte yandan kandaki amino asit düzeyleri normale çı­karılarak protein yetersizliğine karşı korunmaktadır. Böylece, karaciğer ve öte­ki “dokularda protein yıkımı azaltılmış, hem de protein sentezi uyarılmış olmak­tadır.
Süt ve peynirin, aynı miktarda azotlu madde içeren besinlere göre daha az amonyak oluşturucu etkisi olduğu ileri sürülmüştür. Bu sebeple, karaciğer has­talıklarında da, diyette süt ve ürünlerine yeterince yer verilmelidir.
Ağır durumda olmayan karaciğer hastalıklarında, özellikle bulaşıcı sanlıkta (enfeksiyöz hepatit) diyetin genel özellikleri şöyledir:
1. Yeterli Protein: Karaciğer hücrelerinin yenilenmesi, iyileşmenin hızlan­ması ve beslenme yetersizliğinin düzeltilmesi için diyette yeterli miktarda protein bulundurulur. Hastanın durumuna göre günde 60 – 80 gr. protein verilir. Bunun çoğunun yüksek kaliteli protein olması gerekir.
2. Yüksek Karbonhidrat: Enerji ihtiyacını karşılamak”, verilen proteinle­rin doku yapmıında kuUamlmasma yardımcı olmak için günlük diyette 300 – 400 gr. kadar karbonhidrat bulundurulabilir.
3. Orta Derecede Yağ: Fazla yağdan kaçınılır. Yeterli enerji sağlamak, ye­mekleri lezzetlendirerek hastanın yemesine yardımcı olmak için diyette orta de­recede yağ bulundurulur. Hastanın durumuna göre günde 80-100 gr. yağ ve­rilir. Vücutta kullanılması kolay olan süt, krema, tereyağı ve bitkisel sıvı yağ­lar yeğlenir.
Yağlı et, yağda kızartmalar, yağlı kuruyemişler ve çikolata gibi yiyecekler verilmez.
4. Yüksek Enerji: Hastayı normal kiloda tutmak’, kilo kaybı varsa bunu kazandırmak ve iyileşmeyi hızlandırmak için diyetin enerji değeri artırılır.
5. Yüksek Derecede Vitamin ve Mineral: Hastanın artan vitamin ve mi­neral ihtiyacı karşılanır. Diyette yeterli sıvı bulundurulur. Vücudunda şişme olan hastaların diyetinde tuz azaltılır.
6. İştah Açıcı Diyet: Yemekler, renk, görünüş, lezzet gibi yönleriyle iştah açıcı nitelikte hazırlanır. Tekdüzelikten kaçınılır. Yemekler uygun katkı mad­deleri ile lezzetlendirilir. Ana ilkelerden ayrılmadan hastanın istek ve alışkan­lıktan dikkate alınır. Öğünler sıklaştırılabilir. İştahsız hastalar için, uygun be­sinler karıştırılarak, aym hacimdeki yiyecek miktarının besin değeri artırılabilir.
7. Alkol yasaklanır.
Leia Mais

Safrakesesi Hastalıklarında Beslenme

Safrakesesi Hastalıklarında Beslenmenin Kuralları
Safrakesesinin en sık görülen hastalıkları, safra yollarının tıkanması, ilti­haplanması ve taş oluşmasıdır. Bu hastalıklar birlikte de görülebilir. Şiddetli (akut) safrakesesi iltihabı (kolesistit) ile safra kanalı tıkanması birlikte olabilir. Tıkanıklık; safrakesesi taşlarının oluşumunda başlıca etmen sayılmaktadır.
Çeşitli bozukluklar sebebiyle, safradaki maddeler arasındaki denge bozu­lursa, kolesterol kristalleşir ve taş oluşturur. Kristaller ve taşlar safra yollarını tıkayarak boşalmasını zorlaştırır. İltihaplanma ve safra taşlarında veya ikisi bir­den olduğunda, kesenin kasılması sancı yapar. Yağlı besinlerin alınması kasılma ve sancılarda önemli etkendir. Bu yüzden safrakesesi hastalıklarının çok alevli zamanlarında, diyetten yağ çıkarılır ve organın dinlenmesi sağlanır.

Safrakesesinîn Yapısı ve Görevi
Safrakesesi (ödkesesi) karaciğerin altındadır. Bu organın görevi; karaciğerde yapılan safrayı yoğunlaştırmak, depolamak, gerekli zaman­larda onikiparmakbağırsağına taşımaktır. Safrakesesindeki safra bir kanalla onikiparmakbağırsağına boşalır ve orada sindirime yardım eder.
Safranın bağırsağa boşalmasını hormonlar ve sinir sistemi gibi etkenler denet­ler, încebağırsağa besin girmesi bu etkenleri uyarır. Uyarılan onikiparmakbağırsağında ve bunun yakın bölümünde kolesistokinin hormonu salgılanır, kana geçer ve kanla safrakesesine taşınarak kesenin kasılmasını sağlar. Böylece, safra keseden incebağırsağa dökülür. Özellikle yağ ve yağlı besinler kesenin boşalma­sını uyarır. Proteinlerin bu etkisi yağlarınkinden azdır.

Yetişkin kişilerde 24 saatte 400 – 800 mi. dolayında safra salgılanır. Safrakesesinde depolanarak incebağırsağa boşaltılır. Bu kese 40 – 70 mi. dolayında safra alır. Karaciğerde safra salgısını yağ, protein, histamin, özellikle et ve yu­murta şansı gibi besinler uyancı etki gösterir.
Safra, acı, hafif alkali reaksiyondadır. Karaciğer safrası altın sarısı, kese­deki ise koyu yeşildir. Kesedeki safra karaciğerdekinden daha yoğundur, % 89 kadarı sudur. Safranın bileşiminde safra tuzlan, safra boyaları (safra pigment­leri), kolesterol, lesitin ve bazı tuzlar bulunur.
Safra, yağların sindirimi, yağda eriyen vitaminlerin emilmesi ve bağırsak hareketlerinin düzenlenmesi için gereklidir.

Leia Mais

Mide Hastalıklarında Beslenme

Midenin Yapısı ve Çalışması
Mide, sindirim sisteminin en geniş olan ve yemek borusundan, sonraki bö­lümüdür. Diyaframın (karın boşluğunu göğüsten ayıran kas) hemen altındadır. Esnek yapıda ve 1.0-1.5 litrelik kapasitededir. Önemli mik­tarda besini alabildiği için günde 3-4 öğün beslenmek yeterli olmakta, çok sık ve çok az miktarda besin almaya gerek kalmamaktadır.
Midenin içyüzü epitelle örtülüdür. Yüzeysel epitel kat (mukoza) altında çeşitli salgıbezleri bulunur. Mide salgıbezlerinin herbirinde ayn özellikte salgı oluşur. Mide salgısı (özsuyu), çeşitli mide bezlerinin salgılarının karışımıdır. Gün­de 2-3 litre dolayında salgı oluşur. Asit reaksiyondaki bu özsuyun büyük bir bölümü sudur.
Mide salgısında pepsin ve başka enzimler, hidroklorik asit, intrinsik etmen musin gibi değişik maddeler bulunur. Musin, midenin içzarını aside ve pepsin enzimine karşı korur.
Mide; salgıladığı enzimlerle ve öteki maddelerin yardımıyla, sindirim, emilim görevi yapar; ayrıca besinleri bir süre için depolar. Salgıların ve mide hare­ketlerinin yardımıyla besinler yan sıvı (kimüs) duruma gelir; bazı besin öğeleri­nin sindirimi başlar ve sürer; bir bölümü sindirime hazırlanır; bazıları emilir ya da emilebilecek şekle gelir.
Leia Mais

Bağırsak Hastalıklarında Beslenme

İncebağırsağın Yapısı ve Görevleri
İncebağırsak, sindirim kanalının mideden sonra başlayan ve, kalınbağırsağa açılan 6-7 metre uzunluğundaki bölümüdür. İncebağırsağın mide­den sonraki ilk bölümünde onikiparmakbağırsağı (duodenum) denir. Organın içyüzü bir zarla (mukoza) örtülüdür. Mukozanın serbest yüzeyinde çok sık ve milyonlarca küçücük pürtük bulunur. Bu pürüklere tümlir (villi)’ denir. Bağırsa­ğın emilim yüzeyi tümürlerle büyük ölçüde artar ve 10 m2 dolayına çıkar. Besin öğeleri tümürler yoluyla emilir. Tümürlerin herbirinde lenf ve kılcal damarlar ağı bulunur.
Bağırsak mukozasında sindirim enzimleri ve koruyucu madde (mukus) sal­gılayan birtakım bezler bulunur. Günde 3 litre dolayında bağırsak salgısı yapı­lır. Bağırsak bezlerinin salgısı, sinir sistemi, hormonlar, bağırsak hareketleri gibi yerel etmenler tarafından düzenlenir. Bağırsak özsuyunun % 98 kadarı sudur, pH derecesi mide özsuyunkinden yüksektir, nötüre yakındır ya da hafif alkalidir.
İncebağırsakta Bulunan ve Emici Görevi Olan Tümürlerin İç Yapısı ve Damarları
Onikiparmakbağırsağına pankreas salgısı ve safra da boşalır. O yüzden, incebağırsaktaki özsu, pankreas, safra ve incebağırsağın salgılarının karışımıdır. Günlük pankreas salgısı 1,0 – 1,5 litre dolayındadır. İncebağırsaktaki özsuda hemen her besin Öğesini sindiricek enzim bulunur. Besin öğelerinin önemli bir bölümü incebağırsakta sindirilir ve emilir. Organda­ki yapısal bozukluklar ve hastalıklar sindirim ve emilimi bozar.
Kalınbağırsağın Yapısı ve Görevleri
Kalınbağırsak, ince bağırsaktan sonra başlar ve dışarı açılan makatla sonlanır. İncebağırsakta sindirim ve emilim tamanilandıkça, artıklar bağırsak hareketleriyle kalınbağırsağa geçer. Kalınbağırsağın hareketleri yavaş­tır ve içine önemli miktarda madde alabilir. Bu organda da salgı yapan çeşitli bezler bulunur.
Kalmbağırsağın en önemli görevleri; su, elektrolit ve bazı besin öğelerinin emilmesi; bakteriler tarafından çeşitli vitaminlerin sentezi; sindirim artıklarının depolanması; dışkı oluşması ve atılmasıdır.
Bu organın hareketleri yavaş olduğundan incebağırsaktan gelen maddeleri ol­dukça uzun süre içinde tutabilir, suyun bir bölümü burada emilir. Sindirim ar­tıkları ve sindirilmemiş maddelerden, salgılar ve bakterilerin etkisiyle dışkı olu­şur. Dışkı (gaita, feçes) oluşumunda, bağırsağa gelen maddeler enzimlerin ve tıakterilerin etkisiyle değişikliğe uğrar. Dışkı, bağırsak hareketleriyle dışarı atıl­mak üzere çıkış yoluna doğru ilerler.
Dışkının uzun süre kalınbağırsakta kalması şu yönlerden sakıncalıdır: Dırşarı atılması gereken zararlı maddelerin bir bölümü emilerek zarar verebilir. Su­yu fazla emilerek sertleşen dışkı bağırsağı aşındırabilir; dışarı atılması zorlaşır. Ağrı ve sıkıntı yapar. Ayrıca, çeşitli hastalıklara yatkınlığr artrır. Başka sistem­lerin çalşmasını bozar. Kalınbağırsağın boşaltım görevini düzenli yapabilmesi için .günlük besinlerle yeterli miktarda posa ve sıvı alınması gerekir.
Leia Mais

Bağırsak Hastalıklarında Beslenme Kuralları

Birçok etmen bağırsak bozukluklarına yol açar. Bu etmenlerin ve hastalık­ların başlıcaları şunlardır:
1. Zehirli maddelerden ve mikroorganizmalardan ileri gelen besin zehirlen­meleri.
2. Dizanteri, kolera, tifo, bağırsak kurtlan gibi çeşitli bulaşıcı hastalıklar.
3. Bağırsak yapısında çıkıntılar ve cepler oluşması, bunların iltihaplanması (divertikül iltihabı), kalınbağırsak iltihabı (kolit), başka sebeplerle iltihaplanma, bağırsak zedelenmesi, aşınması, yara (ülser) oluşması.
4. Bağırsaklarda yapısal bozukluklar, bağırsak tıkanması ve düğümlenme­si, bağırsakta ur oluşması.
5. Bazı besinlere aşırı duyarlık, sindirim ve emilme bozuklukları (malab-sorbsiyon hastalıkları).
6. Sinir sisteminin düzenli çalışmayışı, ruhsal bozukluklar, düzensiz yaşa­ma, yanlış alışkanlıklar, beslenme bozuklukları, kötü beslenme alışkanlıkları.

Gruplanan hastalıklar ve değişik sebeplerle ortaya çıkan bozuklukların ni­telikleri, belirtileri, vücuda verdiği zararlar ayrıdır. Bu yüzden, beslenmede izlen­mesi gereken yol da hastalığa göre değişir. Hastalıkların büyük bir bölümü he­men hastane bakımı ve doktor tedavisi gerektirir. Aşırı kusma, şiddetli sürgün (ishal, diyare); şiddetli, dinmeyen ve dindikten sonra yeniden başlayan sancılar;, zehirlenmeler; kusmukta, dışkıda kan belirtisi, renk ve görünüş değişiklikleri gibi durumlarda hasta bir an önce hastaneye götürülmelidir. Bekletilirse hasta­nın durumu daha da kötüleşebilir ve hasta kaybedilebilir.

Bağırsak hastalıklannda beslenmede ana amaç; hastanın sıkıntılarını hafif­letmek, iyileşmesini hızlandırmak; hastalığın etkenini uzaklaştırmak, yol açtığı kayıpları karşılamak; bunları yaparken de yeterli ve dengeli beslenmeyi sağla­maktır.

Bağırsakla ilgili hastalıklarda beslenmenin ana ilkeleri şunlardır:

1. Kusma, sürgün gibi durumlarda kaybedilen su ve elektrolitler en uygun yolla karşılanır.

2. Hastanın sıkıntılarını artıran, sindirimi zor, sindirim kanalını aşındıra­cak, incitecek besinler verilmez.

3. İshal olan kişilerde bağırsak hareketlerini azaltıcı, posasız; peklik çekenlerlere ise tersi etki gösteren besinler verilir.

4. Sindirim ve emilim bozukluğu hastalıklarında, belirli besinlere duyar­lık, durumlarında, bozukluk sebebi olan besinler diyetten çıkarılır ya da azal­tılır. Yerine, ihtiyacı karşılayacak uygun besinler konur.

5. Besin öğelerinin sindirimi ve emilimi bozulduğundan ihtiyaç artar. Di­yet, artan besin öğeleri ihtiyacım karşılayacak şekilde düzenlenir.

6. Belirli besinlere aşırı duyarlı olma durumunda sorumlu besini diyetten çıkarma dışında, hastalıkların ağır dönemi atlatıldıktan sonra, beslenmede aşırı kısıtlamalardan kaçınılır. Eskiden önerilen sıkı pehriz, aşırı kısıtlı diyet uygulama lan günümüzde geçerliliğini yitirmiş, yararı bir yana sakıncalı olduğu anlaşılmıştır. Artık “hiç posasız”, “hiç yağsız” gibi yasaklarla dolu diyet uygulamalarına yer verilmemektedir. Belirli besinlerin zararlı olmayacak miktarda ve şekilde verilmesi uygun görülmektedir.

7. Diyetten çıkarılması ya da azaltılması gereken besinler hastanın durumu düzeldikçe, gittikçe artırılarak rahatsız etmeyecek miktara çıkarılır. Sindirim güç­lüğü yaptığı belirtilen yiyeceklerden ve yanlış alışkanlıklardan kaçınılır.

8. Yara, iltihap ve emilme bozukluğu gibi sindirim kanalı hastalıklarının ağır dönemlerinde, hastane bakımında olan hastanın bir süre damardan beslen­mesi yararlı bulunmaktadır. Bu uygulama; hasta organı dinlendirmek, iyileşmeyi hızlandırmak, ağrıyı azaltmak ve beslenme yetersizliğini önlemek amacıyla yapıl­maktadır.

Leia Mais

Sindirim ve Emilme Güçlüğü Hastalıkları

Çeşitli sebeplerle, bazı besin öğeleri incebağırsakta sindirilemez, emilemez ya da ikisi de yapılamaz. Bunun nedeni, incebağırsakta emilme yüzeyinde yapı­sal bozukluklar, pankreas ve safrakesesi hastalıkları, incebağırsak ve pankreas enzimlerinden bazılarının doğuştan noksanlığı ve başka yetersizlikler olabilir.
Belirli besin öğelerinin sindirilme ve emilme güçlüğü, başka besin öğelerinin kullanılmasını da bozar. Bu tür hastalıkların çoğu beslenme bozukluklarına, bü­yüme ve gelişme geriliklerine yol açacak derecede şiddetli olur. Çoğunda sindi­rim güçlüğü, karın ağrısı, sürgün, zayıflama gibi belirtiler görülür. Uygun şekil­de beslenmeyle hasta normal yaşamını sürdürür.
Bu hastalıklarda beslenmede ana ilke; sindirilmeyen ve emilemeyen besin öğesini diyetten çıkarmak ya da azaltmak, bunun yerini tutabilecek başka bir besini diyete koymak, hastayı yeterli ve dengeli beslemektir.
Emilme güçlüğü hastalıkları (malabsorbsiyon hastalıkları) içinde en önemli­leri şupru (sprue) ile çöliyak (coeliac) hastalığıdır. Sindirim güçlüğü hastalıkları arasında en sık görülenler; nişasta, disakaritler ve yağ ile ilgili olanlardır. Bu tür hastalıkların tümünde hem sindirim hem de emilme bozukluğu görülür.
A. Şupru (Sprne, Tropikal Sprae)
Şupru, başta yağ olmak üzere, besin öğelerinin sindirim ve emilim bozuk­luğu (malabsorbsiyon) hastalığıdır. Yağ emilimi ileri derecede bozulduğundan dış­kıyla fazla miktarda yağ ve yağ asitleri atılır. Su, mineral, vitamin ve glikoz emi­limi de bozuktur. Tümürlerde ileri derecede olmayan bozukluklar, folik asit ye­tersizliği, özellikle yağda eriyen vitaminlerin emiliminde de yetersizlik görülür. Hastada yağlı sürgün (ishal) olabilir. Tıbbî tedavi yanı sıra diyet tedavisi uygulanırsa iyi sonuç alnır.
Hastanın beslenmesinde uyulması gereken genel ilkeler şunlardır:
1. Yağı kısıtlı diyet uygulanır. Yağ, yağlı etler, krema, mayonez, kaymak, yağda kızartmalar, yağlı kuruyemişler, pasta gibi yağlı besinler verilmez. Yemek­lere yağ eklenmez.
2. Aşırı karbonhidratlardan kaçınılır. Bağırsaklar çok hareketli ise, sür­gün varsa şekerli besinler azaltılır. Karbonhidratlar orta derecede verilir.
3. Fazla posalı, sert, incitici, sindirimi zor, acı ve salamura yiyecekler ve­rilmez. Yumuşak ve sıvı diyet uygulanır.
4. F.milim güçlüğü olduğundan besin öğelerine ihtiyaç artar. Hastanın ye­terli ve dengeli beslenmesi sağlanır. Diyet, özellikle protein, B grubu vitaminle­ri, yağda eriyen vitaminler, C vitamini ve mineraller yönünden zengin olacak şekilde hazırlanır.
5. Diyette; yağsız süt, peynir, yoğurt; kaynatılmış yumurta; yağsız etler ve organ etleri; pişmiş sebzeler ve ezmeleri, meyve suları, pelte, meyve ezmeleri, kom­posto, bal, pekmez, reçel gibi yiyecekler bulundurulur.
Leia Mais

Çöliyak,Glütene Duyarlık

Çöliyak, buğday ve çavdarda bulunan glüten adı verilen proteine karşı aşı­rı duyarlık (hassasiyet) hastalığıdır. Doğuştan bir eksiklik nedeniyle glüten sin-dinlemez. Bu hastalıkta, glüten’in yapısında bulunan gliadin denilen proteini parçalayan enzimin (peptidaz enzimi) az olduğu, doğuştan bir eksiklik nedeniy­le sentezlenemediği sanılmaktadır. Sindirilemeyen ve kullanılamayan gliadin’in toksik (zehirleyici) bir etkisi olduğu ileri sürülmektedir. Gliadin’i parçalayan en­zimin azlığı ya da eksikliği yanı sıra, tümürlerde bozulma, kısalma, düzleşme,, körleşme olmakta, besin öğelerini emme yüzeyi azalmaktadır.
Bu hastalık daha çok küçük çocuklarda görülür. Yetişkinlerde daha seyrek­tir. Genellikle ilk üç yaşta başlar. Bazen, çocukların glütene duyarlıkları za­manla azalır. Uzun süre diyet tedavisi gerekebilir. Hastalıkta özellikle yağ sin­dirimi ve emilimi ile kalsiyum emilimi bozulur. Öteki besin öğelerinin emilimi de yeterli olmaz. Karın ağrıları; yağlı, pis kokulu, yağlı sürgün; zayıflık görülür iştah azalır. Büyüme yavaşlar ya da durur.
Hastalığa, gecikmeden tanı (teşhis) konur ve hastanın diyeti glütensiz dü­zenlenirse çok iyi sonuç alınır. Çöliyak hastalarının diyeti düzenlenirken şun­lara uyulmalıdır:
l.Ana ilke glütensiz diyet uygulamaktır. Hastaya buğday ve çavdardan ya­pılan hiçbir yiyecek verilmez. Buğday ve çavdar ekmeği, irmik, bulgur, makar­na, şehriye, kuskus, buğday unundan yapılan hiçbir yiyecek diyette yer almaz.. Ekmek; mısır, pirinç unlarından ve nişastadan yapılır. Bunlardan değişik yiye­cek hazırlamakta da yararlanılır. Çöliyak hastalan için, gelişmiş ülkelerde glü­tensiz un elde edilmekte ve bundan özel ekmek yapılmaktadır.
2. Yağ azaltılır, yalnız aşırı kısıtlanmaz. Orta derecede yağ verilir. Az yağ­lı yiyecekler seçilir. Fazla yağlı yiyecekler, yağda kızartmalar, yağlı tatlılar di­yetten . çıkarılır.
3. Diyette aşırı posalı besinler bulundurulmaz. Diyetin posa miktarı, has­tanın durumuna göre ayarlanir. Sürgün durumunda posa kısıtlanır. Normal durumda, diyette orta derecede posa bulundurulur. Sert, incitici, sindirimi zor be­sinler ve katı maddeler verilmez. Yiyecekler iyice pişirilir ve yumuşatılır.
4. Diyet, hastanın artan enerji ve besin öğeleri ihtiyacını karşılayacak, yeterli ve dengeli beslenmeyi sağlayacak şekilde düzenlenir. Hastanın ağır olduğu dönem dışında, diyette aşın kısıtlama yapılmaz.
5. Gerekirse öğün sayısı artırılır. Yiyecekler, hastanın hoşuna gidecek şe­kilde hazırlanır.
Leia Mais

Free Automatic Backlink
Photo blog blogs
Bedava Hit Siteler